Zehra Admin
Mesaj Sayısı : 724 Kayıt tarihi : 31/10/09 Yaş : 33 Nerden : Almanya
| Konu: Hz.Mevlana'nın Mürşide teslimi Salı Kas. 03, 2009 11:14 pm | |
| Celalettin-i Rumi çok kibirli, ene’li bir âlimdi. Katıra biner, arkasında talebeleri yürüyerek, halk arasında gezerdi. O vaziyette evine, medresesine gider gelirdi. Bir gün bir derviş görür, bir dost, bir post, seyyah bir dervişi görünce; “Ne İslam’da ne tarikatta var, bu ne biçim insan” der. O mübarek derviş boyun büker ve “Ya Rabbi dünyanın nefsanî olduğunu anladım nasıl, ulu-l azim Peygamber olan İsa Ruhullah’ın bir asası bir dostu, bir iğnesi, bir ipliği vardı ise ben de terk-i dünya ettim, seni zikrediyorum ama Seni ilmi yönden bilen âlim kibirlendi, gururlandı, beni hakir gördü. Ya Rabbi Hasbüni ve niğmelvekil. Sen bilirsin, vekilim sensin Ya Rabbi” diye niyaz eder. O anda Resul (s.a.v) Efendimiz, hayatta olan divan-ı salihini toplar: – Kim Rum diyarındaki Celaleddin’i irşad edecek? Diye sorar. Hepsi de boynunu büküp: – O’nu irşad edenin boynunu verse gerek. Bir baş vermesi gerek. Elbette baş tatlıdır, çünkü ‘Lâ ilâhe illâllah’ demek on sekiz bin âleme bedeldir. Ne kadar çok zikredersek, Allah’a (c.c) o kadar yaklaşırız, o kadar gurbiyet peydah ederiz, diyorlar, baş vermek istemiyorlar. Ancak bir kişi, O’da İran’ın Tebriz beldesinden, Şeyh Şems-i Tebriz’idir. Boynunu büküp: – Ben gideceğim Ya Resul, der ve yola çıkar. Yaya olarak Medine’den Konya’ya kadar gelir. Şems Hazretleri, Mevlâna Hazretlerini irşad için, Konya’ya geldiğin de bakar ki; Mevlâna katırın üstünde, halı heybeyi de katırın üzerine atmış arkasında da üç yüz, dört yüz talebesi medreseye doğru debdebe ile gidiyorlar. Şems’te başında permuşu, üzerinde haydariyesi, elinde bastonuyla gelir ve Mevlâna’nın katırının yularından tutarak: – Sana bir soru soracağım, der. Ah bu ilim insanlara mani oluyor, Mevlâna hazretleri ise: – Soru burada olmaz, ya medresede olur yâda evde olur, yolun ortasında olmaz. Çekil! Deyince Şems Hazretleri tekrar acizlikle: – Ben garibim, yolcuyum, hemen unutuveririm. Sen de âlimsin bak arkanda ne kadar taleben var. Ne olur şu sorumu bir soru vereyim, diye ısrar eder. Mevlâna hazretleri: – Çekil! Diye tekrarlayınca talebeleri Şems’in etrafını sararlar. Ama Mevlâna’nın binmiş olduğu katır, kafasıyla, kuyruğuyla sırtıyla talebelere vurup, Şems’in etrafında dönmeye başlar. O anda Celaleddin-i Rumi’nin aklı başına gelir: – Durun talebelerim durun! Siz bu adamı merkepten ayırmak için uğraşıyorsunuz ama merkep buna itibar ediyor, hizmet ediyor, başıyla, kuyruğuyla, ayağıyla, sizleri engelleyip, pervane gibi adamın etrafında dönüyor. Durun bu öyle basit bir insan değil, dağılın bakalım, deyip, katırdan iner. Ardından: – Nedir soracağın? Der. Şems Hazretleri: – Hazreti Muhammed-ül Mustafa (s.a.v) hazretleri elini açıp; “Ya Rabbi gözümü açıp yumana kadar beni nefsime bırakma, hakkıyla sana ibadet edemiyorum, ya Mabud!” diyor. Kendisinin aciz olduğunu, Cenab-ı Allah’a ispat ve izhar ediyor. Ama Allah’ın bir kulu Bâyezid-i Bîstâmi; “Var mı benim gibi şanı yüce” diyor. Benim aklım, ikisinden hangisinin büyük olduğuna ermedi. Bana bunu ilmi yönden bir açıkla, aklına vur, ilmine vur neye vurursan vur ama bana bunu açıkla, diyerek sorusunu yöneltmiş. Mevlâna: – Hazreti Muhammed-ül Mustafa (s.a.v) Hazretleri’nin hem şeytanı hem nefsi Müslüman oldu, iman etti. O ümmetini düşündü; “Aman nefse fırsat vermeyin, bu nefis sizi Allah’tan (c.c) da Muhammed’den (s.a.v) de ve miraçtan da alıkor.” dedi. “Hakkıyla ibadet edemedim ya Mabud!” demesi de Cenab-ı Allah’ın doksan dokuz esmasında fani olmasındandır. Cenab-ı Allah Rezzak sıfatını gösterdi, ilim sıfatını gösterdi, diğer esmalarının nurunu gösterdi. İşte bunları gördükçe; “Hakkıyla sana kulluk yapamıyorum” dedi. Bâyezid-i Bîstâmi ise Allah’a (c.c) âşık Muhammed-ül Mustafa’ya âşık. Aşk şarabından, şaraben tahuradan bir bardak içti, sarhoş oldu. Nara attı; “Var mı benim gibi şanı yüce?” diye cevap verince Şems hazretleri: – İşte benim aradığım, benim irşad edeceğim zat bu, deyip ardından, Allah! Deyip bayılır. Mübareği ayıltırlar. Celaleddin-i Rumi evine götürür. Şimdi burada da Şems hazretleri’nin söylemiş olduğu söz çok önemli biz bu söze tabi olacağız. Şems hazretleri ayıldıktan sonra: – Hoca Efendi, Siz âlimsiniz değil mi? diye sorar. – Evet, der Mevlâna hazretleri. Şems hazretleri: – Peki, Hazreti Muhammed-ül Mustafa (s.a.v) Hıra Dağında Cebrail’i görünce bayıldı dediniz, deyince Mevlana hazretleri: – Evet, kitaplar öyle yazıyor, bayıldı diyor, diye tekrarlar. Şems hazretleri; – İyi dinle o zaman; Eğer Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri Muhammed-ül Mustafa’yı, Nur-u Muhammediyeyi Cebrail’e bir sefer gösterseydi, kıyameti haşra kadar bayılırdı, bir daha kalkamazdı. Siz ne yapıyorsunuz. Sadece aya bakıyorsunuz, güneşe bakıyorsunuz, nakışa bakıyorsunuz, Nakkaştan ise haberiniz yok. O Nakkaş kendi nurundan yarattı Muhammed-ül Mustafa’yı. O’nun nuruna hiç kimse tahammül edemez, erir yanar. Cenneti de, Cehennemi de, melekleri hep onun nurundan yarattı, deyince bu sefer Celaleddin-i Rumi: – Allah, deyip bayılır. Eğer Peygamber Efendimizin nurunu Cebrail’e (a.s) dünyada gösterseydi hakikaten dayanamazdı ama onun siret âlemini gösterdi. Celaleddin Rumi ayıldığında: – Ne olur, senin bu sözlerin kalbimde ki masivayı attı, nazargahı ilahi kalp olur, bu kalbe bu saraya Allah’ın (c.c) nurunu tecelli ettirmek için ne yapacağım ben? Diye sorar. Şems hazretleri: – Öyleyse Esma-ül Hüsna’yı zikredelim, der. Her gün Esma-ül Hüsna’dan zikrederler. O’nun nurunu taç ederken, Celaleddin-i Rumi hakkında hem talebeleri hem o zamanın âlimleri; “Bunlar ne yapıyor yahu? Dışardan bir Tebrizli geldi, talebeleri medreseyi, Kur’an-ı, vaazları bıraktı. Bunlar ne yapıyor?” diye başlarlar dedikodu ve suizana. Dedikodular çok ama Celalettin dostunu bulmuş, öyle seviyor ki. Çok muhabbet ederler ancak yine de âlim olduğu için aklı kitaplarda kalır, sohbet yaptıkça: – Evet dediğin şu kitapta var, şurada var, diye ilmini izhar etmeye çalışır. Şems hazretleri: –Getir şu kitapları bakıyım. Ben satırdan değil, sadırdan bahsediyorum. Sen hala satırla uğraşıyorsun, deyip kitapları alır, havuzun içine atar. Babasının şeyhi olan Muhammed Attar Hazretlerinin hususi olarak O’na hediye etmiş olduğu, el yazısı bir kitabı varmış, çok incinir: – Ey üstadım, hepsini attın ama şu babamın üstadının kitabını atmasaydın ne olurdu? Diye sorunca, Şems hazretleri: – Bismillahirrahmanirrahim, der. Elini havuzun içine sokar, suyun içinden Muhammed Attar Hazretlerinin kitabını çıkartır. Su dahi ıslatmamıştır, kup kurudur. Evliyayı keramet derler buna. Onu görür görmez: –Ya Celaleddin senin satırları bırakıp Allah’ın (c.c) esmalarını, nurunu sadra ve ledün ilmine mazhar olabilmen için uğraşıyorum. Senin hala aklında bu satırlar var, deyince, kitabın ıslanmadığını da gören Celalettin: – Teslim oldum efendim, külliyen teslim oldum, der. | |
|