Ravza Gülüm
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kalbin En İnce Telinden "Merhamet"

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Kalbin En İnce Telinden "Merhamet" Empty
MesajKonu: Kalbin En İnce Telinden "Merhamet"   Kalbin En İnce Telinden "Merhamet" I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 11:16 pm

“Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı herhalde ziyana uğrayanlardan olurdunuz.” (Bakara, 64)



Affet… Verdiklerinin asıl sahibi
olduğunu… Kul olduğumuzu unuttuk. Birbirimizin ayıbını araştırmak,
kendimizi şehri tepeden seyredenlerden saymakla meşguldük. Uyuduk…
Affet. Suçluyduk; çünkü unuttuk. Yardım seslerini, el uzatmayı,
sevdiklerimizden vermeyi, kendimiz için istediklerimizi başkası için de
istemeyi… Ve şimdi, boşa harcadıklarımızı ve kâle almadığımız
vicdanımızı yüklenip geldik karşına. Yetinmeyi ve yardım etmeyi bilen
kutlu insanların parlak yürekleri hatırına, pişmanlığımıza şahit
olarak,


Affet…

Affet…

Affet…



Ziyan ettik. Zamanı… Hayatı…
Sahiplendiğimiz dünyayı… Biz de ziyan olduk ve parçalandık. Kendi
çevirdiğimiz çarkın dişlileri arasında sıkışıp kaldık. Belki de
dünyanın başka yerlerinde, çığlıklarının kulağımızı çınlatması
gerekirken; sesi çok uzağımızdan bir fısıltıyla geçen ve bizim
merhametsizliğimiz yüzünden felâketin içinde kıvranan çocuklar vardı.
Hıçkırıklarını hiç duymadık. Ama sana yine de hep yalvardık. Unutmadık
dua etmeyi. Açlıktan ölenler için olmasa da, kendimiz için, hep daha
iyiyi istemeyi… Hep daha fazlası için… Farkında değildik ama bu dünyaya
bizi bağlayan her duayla, senden daha uzağa düştük. Bağışla bizi…




Hayata düşkünlüğümüz nispetince
hırpalandık. Sırf düzlüklere tek başımıza erişelim diye, kötülüklerden
geri durmadık. Yaraladık, yaralandık. Rahman’ın kulları olmamıza
rağmen, fıtratımızdaki merhametin üzerine beyaz örtüler serdik.
Toplayıp kaldırdık bir kenara. Zaman, acımasızdı. En iyi duygularımız
sandık lekeleriyle sarardı.




Merhametimiz, yılları beklemekten
paslandı. Biz, yalnız kaldık. Savrularak dönen arz üzerinde hayatta
kalmanın tek yolu, kendimiz için yaşamaktı. Öyle sandık ve yanıldık.
Bizimle birlikte, eşitlikler üzerine yaratılmış insanların varlığından
habersiz, sağlam bir dala tutunmanın ümidiyle kanat çırptık. Hâlbuki
yıkılmayan çınarlar vardı; el ele vermiş insanların sarıldığı… Biz
yalnızlığı seçtik.




İçecek bir damla suya muhtaç, tenekeden
evlerin içinde ağlayan veya bir evi bile olmayan, savaşlarda mermi
seslerinden kulakları delinmiş çocukların, onların üzüntüleriyle
kahrolan annelerin ve giden babaların yerine koyamadık kendimizi.
Yaşadıkları ayrılıkları, acıları ve üzüntüleri paylaşamadık. Kalbimize
değmedi sesleri. Duamızdaki cümlelerin öznesi hep birinci tekil
şahıstı. “Biz” olamadık. Oysa aç değilsek eğer, sevdiklerimiz
yanımızdaysa, güven içinde uyuyabiliyorsak geceleri, korkusuzca
yürüyebiliyorsak sokaklarda ve her öğün yemeğin kokusu geliyorsa
burnumuza, bize verilenlerin kıymetini bilerek, derin bir tevazu ile
bunları yaşayamayanların var olduğunu hatırlamamız gerekirdi. Biz
onlardan üstün müydük?




Ya da ayrıcalıklı? Onların yerinde
olabilme ihtimalimizi görmezden gelerek, denkliğimizi unuttuk. Ve
nimetleri hak olarak görmeye başladığımızda, şükür kelimeleri çıkmaz
oldu dilimizden. Yardım etmedik, şükretmedik. Ama O’nun merhametine
nail olmayı diledik… Kendimiz merhamet etmeden…




Zerre kadar bile olsa, hiçbir iyiliğin ya
da kötülüğün karşılıksız kalmayacağını öğrenmiştik. Adaletin hak
olduğunu… Şimdi, hoşgörüsüzlüğümüz karşımızda. Aynalar hesap soruyor
bize. “Neredeydin?” diyor; “onlar bu haldeyken sen neredeydin?”




Ağır demir kapılar çarpıyor yüzümüze.
Rüzgârı, gözlerimizi yakıyor. Telefonlar bir bir kapanıyor. Kelimeler
dilimizde düğüm… Unuttuğumuz incelikleri, sararmış resimlerin arasından
çekip çıkarmakta zorlanıyoruz. Albümlerden mutlu pozlar silinmiş…
Aynada beliren suretimiz öfkeyle sesleniyor bize. Konuşmadan… Çatılmış
kaşlarımızın çizgilerinde, yapılan kötülükleri hatırlıyoruz. Yine de
bize yapılan her yanlışı yazıyoruz bir tarafa. Odanın duvarına,
kitapların ortalarına, avcumuzun içine ve kalbimize… Tahammül etmek,
sabretmek geçmiyor hiçbir hikâyede. Affetmek, uzay boşluğunda kayıp…
Hep karşılık vermeyi öğrenmişiz. Annelerimizden değil; yanlış
yönlendirilmiş hayat tecrübelerimizle.




Yolda sert adımlarla kaldırım taşlarını
ezerken, kulaklıklardan akan ses, unutmaya yüz tuttuğumuz yanlışları
tekrarlıyor. İnsafa gelmiyor yüreğimiz. Yastığımızın altındaki mendilin
arasına iliştirdiğimiz merhamet, kapımızı çalmıyor. En çok ihtiyaç
duyduğumuz… Dipten gelen bir ses… Kalbin en ince telinden… İçimizi
titreten ve dünyayı yaşanır hale getiren… Bizi gülümseten ve
sevindiren… Anlamaya muhtacız. Yapılan kötülükler yerine, güzellikleri
hafızamıza kazımaya… Ve bazen, hiçbir dikene takılmadan sırf O’nun
rızasını kazanmak için önü aydınlık iyiliklerin peşi sıra yürümeye…
Merhamet olunmak için, merhamet etmeye… Vermeye… Sevmeye… Hoş görmeye…




Bir gece sessizliğine ihtiyacımız var.
Dolunayın gümüşe dönük ışıltısına… Güneşin enginliğine… Denizin
ferahlığına… Ruhumuz yıkanmalı nehirler boyu. Sesleri duymalıyız
etraftan gelen. Kalbimiz açmalı pencerelerini. Nefes almalı ruhumuz.




Gözlerimizin içinden kirler akmalı.
Sesimiz, bir kıtayı aşacak kadar yüksek çıkmalı. Ama kırmamalı
filizleri. Ağacın dallarını eğmemeli. Kapılarımızı çalıp kaçan ve
varlığından utananların izini bulmalı sezgilerimiz. Muhtaçların yolunu
görmeli. Yerini bilmeli. Ve onların ürkek adımlarla bize geldiği gibi,
bir sabah, daha gün doğmadan içi dolu sepetlerle çalmalı kapılarını.
Elimizdekileri bırakıp çekilmeli. Hiç kimse görmese de, O’nun gördüğü
bilinmeli.




Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır). (Yasin, 58)



Bir dilim ekmektir merhamet. Bayat ya da
dumanı üzerinde; fark etmez. Niyetiyle değeri bilinen… Bağıra çağıra
acımak değildir asla. Sessizce vermektir onun yerine. Ağlayarak elinden
tutmak… Sızısını dindirmek için koşmak… Merhamet, tutanın elini yakmaz;
karşılıktan medet umulur diye… Ya da ezmez insanı; feri kaçmış gözleri
yere indirmez. Acımanın büyüttüğü benlik, merhamette körleşir. Denktir
insanlar… Yaratılışları gibi… Rahman’ın selam’ını almak ne güzel… En
merhametlinin merhametine ulaşmak… Huzura ve kurtuluşa ermek… Barışa ve
selâmete… Tek başımıza değil, insanlıkla birlikte mutlu olmak… Ve bunun
için anlamak; bilmek; duymak… Sesi çıkmayanların, uzakta olanların,
bizi görmeyenlerin yolunu sürmek; onların ihtiyaçlarına koşmak… Bir
dilim merhamet ihtiyacımız olan. İlahi merhamete mazhar olmak için…
Kendimizi ve başkalarını kurtarmak… Bir dua merhamet… O’nun “selâm”ına
nail olmak için…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
 
Kalbin En İnce Telinden "Merhamet"
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Şüphesiz Merhamet Eder
» Ya RasülALLAH! Bana "ümmetim"diye bakar mısın?
» Ey "ALLAH korusun!" diyen, ciddi misin sen?
» "Cenab" kelimesi ne anlama gelmektedir?
» Peygamberimizin (a.s.m.) son sözü, "namaz" oldu

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ravza Gülüm :: İslam-i Konular :: Tefekkür ve Mütalaa Bölümü-
Buraya geçin: