Ravza Gülüm
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Hz.Hüseyin R.A.Hayatı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Hz.Hüseyin R.A.Hayatı Empty
MesajKonu: Hz.Hüseyin R.A.Hayatı   Hz.Hüseyin R.A.Hayatı I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 6:15 pm

Hz. HÜSEYİN (r.a.)



Hz. Peygamber (s.a.s)'in Hz. Fatıma (r.anha)'dan torunu, Hz. Ali ve Hz.
Fatıma'nın ikinci oğlu. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının beşinde
dünyaya geldi.

Hz. Hüseyin'in ismini Peygamber Efendimiz koydu. Hz. Hüseyin doğduğu
zaman, Cebrail (a.s) gelip "Ya Muhammed! Rabbin sana selâm söylüyor.
Oğluna, şu Harun'un oğlunun ismini koy diyor" dedi.

Peygamber Efendimiz "Ey Cebrail: Harun'un oğlunun ismi nedir?" diye sordu.

Cebrail (a.s) "Şebir" dedi.

Peygamberimiz "Benim dilim, Arapça:" buyurdu.

Cebrail (a.s) "Öyle ise, bunun Arapça karşılığı olan Hüseyin ismini koy" dedi (Diyar bekrî, el-Hamîs, 1,471).

Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber (s.a.s)'e çok benziyordu. Hz. Ali (r.a)
"Hasan, Rasûlüllah'a göğsünden başına kadar olan kısmında, Hüseyin de
bundan aşağı olan kısmında çok benzerdi" (Ahmed b. Hanbel Müsned, 1,
108) demişlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a)'a son derece düşkün olup onları çok severdi. Onların hakkında,

"Allah'ım: Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları" (Tirmîzî Sünen V, 661).

"Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kolladığım iki reyhanimdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288);

"Hasan ve Hüseyin'i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288);

Peygamber Efendimiz (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in gönüllerince
oynayıp eğlenmeleri için onlara eşlik eder, bir çocuk gibi onlarla
oynardı. Hz. Hüseyin, Rasûlüllah (s.a.s)'dan deve olmalarını
istediklerinde hemen yere eğilir ve onları mübarek sırtına alırdı.
Arkasından da "Bundan güzel deve olabilir mi?" buyururlardı.

Peygamber Efendimiz, bir gün, cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, güreşmeye başladılar. Peygamber Efendimiz
gülerek "Ha gayret Hasan; Göreyim seni, yakala Hüseyin'i!" diyerek Hz.
Hasan'ı kayırınca, Hz. Ali: "Yâ Rasûlüllah: Sen Hüseyin'i kayırmalı
değil miydin? Hasan daha büyüktür" dedi. Peygamberimiz "Baksana
Cebrail'de, Hüseyin'e: (Ha gayret Hüseyin göreyim seni) diyor." buyurdu
(Zehebî, Siyer Alâmü'n-Nübelâ, 111, s. 190-191).

Hz. Peygamber (s.a.s) torunlarından olan Hz. Hüseyin'in çocukluk
yılları Peygamberimizin otağından geçmiştir. Rasûlüllah'ın eğitiminden
yetişip imanı yudumlaya yudumlaya büyüyen Hz. Hüseyin'in sonu da
şehadet ikliminde gerçekleşmiştir. İnsanın hayatında Allah ve
Rasûlü'nün hükmünden başka hiç bir hükmün geçerli olamayacağını
derinden kavramış olan Hz. Hüseyin, bu gerçeğe gölge düşürenlere zerre
kadar meyletmemiş; bilakis destansı bir tavırla onların önlerine
dikilmiştir.

Muâviye, hicretin altmışıncı yılında Recep ayının ortalarında Şam'da
vefat etti. Muâviye'nin vefatından sonra Şamlılar Muâviye b. Ebi
Sûfyan'ın oğlu Yezid'e bey'at ettiler.

Yezid'in iktidara geçmesi saltanat seklinde gerçekleşti. Yezid,
kendisinin bu şekilde idareyi ele alışına başta Hz. Hüseyin olmak üzere
pek çok Sahabe'nin rıza göstermeyeceğini, hatta şiddetli tepkilerle
karşılayacağını biliyordu. İktidarı elden kaçırmamak için çok süratli
davranıyordu. Hemen Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebi Sufyan'a bir
mektup gönderdi.

Mektubunda şöyle yazıyordu: "Mektubum sana geldiği zaman, Hüseyin b.
Ali ile Abdullah b. Zübeyr'i buldur, onların bana bey'atlarını al!
Eğer, bey'attan kaçınırlarsa, boyunlarını vur, başlarını bana gönder:
Halkın da bey'atlarını al, Bey'attan kaçınanlar hakkında, Hüseyin b.
Ali ve Abdullah b. Zübeyr hakkında olduğu üzere, hükmü yerine getir,
Vesselam "

Yezidin; Medine valisine yazmış olduğu mektubunda Hz. Hüseyin'den ve
ileri gelen sahabilerden bey'atlarını almasını, bu konuda gevşek
davranmamasını istediği de kaynaklarda kaydedilir .

Yezid'in iktidarı ele almasından sonra Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a)'e
mektuplar göndererek, onu dâvet edip, yanlarına geldiği takdirde
kendisini Emirü'l-mü'minin ilan edeceklerini üst üste yazdıkları
mektuplarda belirtmişlerdi. Ayrıca şu anda emirleri olmadığından cuma
namazına çıkmadıklarını bildirmişlerdi.

Hz. Hüseyin, Medine'den Mekke'ye gidip buradan Küfelilerle haberleşmeye
başlamıştı. Kûfelilerin durumunu kesin olarak anlamak için de amcasının
oğlu Müslim b. Akil'i Kûfe'ye göndermişti. Müslim Kûfe'de durumun iyi
olduğunu, insanların bey'at için hazır bulunduklarını bildiren bir
mektup gönderdi. Hz. Hüseyin bu haberden sonra kesin karar verip
Kûfe'ye gitme hazırlıklarına başladı.

Hz. Hüseyin Kûfe yolculuğuna hazırlanırken, Abdullah İbn Abbâs, bu
yolculuktan vazgeçmesini ısrarla istemişti. Aynı şekilde Abdullah ibn
Ömer ve tabiunun ileri gelen âlimlerinden İmam Şa'bî de Hz. Hüseyin'in
Kûfe'ye gitmemesini istemişler, özellikle Iraklılara güvenilmeyeceğini
vurgulamışlardı. Ama Hz. Hüseyin Kûfe'ye gitme konusunda kesin
kararlıydı .

Yezid, Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye doğru yol aldığını haber alınca, Kûfe
valisini değiştirmiş, Basra valisi olan Ubeydullah ibn Ziyad'a ek bir
görev olarak, Kûfe valiliğini de vermişti.

Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe valiliğini de üstlenince ilk iş olarak Müslim b. Akil'i çok feci bir şekilde şehid etti.

Yezid, Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad'a Hz. Hüseyin hakkında şu emri veriyordu:

"Şimdi sen, benim istediğim gibi olmakta devam ediyorsun. Yaptığını
akıllı ve beceriklilere yaraşır bir biçimde yaptın. Sebatlı, azimli bir
kahraman saldırışıyla saldırdın. Başkalarına ihtiyaç bırakmayıp bu işin
üstünden geldin. Bana erişen habere göre: Hüseyin b. Ali, Mekke'den
ayrılmış, senin tarafına doğru gelmekte imiş. O'na hemen casusları
kavuştur. Yollara gözcüler dik. Olanca duruşla bunun üzerinde dur.
Seninle çarpışmadıkça sakın kimse ile çarpışma. Her gün, olan
bitenlerin haberini bana yaz."

Hz. Hüseyin'in Kûfe yolculuğu sürerken, gelen haberler hiç de iyi
değildi. Müslim b. Akil'in şehid edildiği haberi bile kendisine
ulaştığında artık geri dönmek mümkün değildi. Yol esnasında pek çok
kişi Kûfe'ye gitmemesini, mutlaka geri dönmesi gerektiğini
söylemişlerdi.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Hz. Hüseyin büyük bir kararlılıkla
Kûfe'ye doğru yol almaya devam ediyordu. Bu arada kendisi için tuzaklar
kuruldu. Gelişen olumsuz olaylar nedeniyle, Hz. Hüseyin
beraberindekilere "dileyen dönebilir, ben sizi yanımda zorla götürmek
istemem" demişti. Ama hiç bir kimse ondan ayrılmadı (Zehebî-
A'lâmü'n-Nübelâ, 111, 201-202).

Hz. Hüseyin, Hurr b. Yezid et-Temimî'nin kumandası altındaki bin
kişilik Kûfe süvârî birliği ile karşılaştı. Hurr b. Yezid, Ubeydullah
b. Ziyâd'ın emrine uygun olarak hareket ediyordu. Hurr, Ubeydullah'ın
emri gereğince Hz. Hüseyin'i Kerbelâ'ya doğru sürükledi.

Ubeydullah b. Ziyad olayın ciddiyetini fevkalade kavramıştı. O sırada
Merv valiliğine tayin edilmiş bulunan Ömer b. Sa'd Kûfe'de
hazırlıklarını yapıyordu. Ancak Ubeydullah; Ömer b. Sa'd'ı Hz.
Hüseyin'e karşı kullanmak istedi ve hemen ona emir vererek ordusuyla
beraber Kerbelâ'ya gelmesini istedi. Ömer b. Sa'd, Hz. Hüseyin'in
karşısına çıkmak istemiyordu. Bu durumu anlayan İbn Ziyad: "eğer,
onunla çarpışmaya gitmeyecek olursan, seni Merv valiliğinden azleder,
evini yıkar, boynunu vururum" (Zehebî aynı yer) diyordu.

Durum giderek vahimleşiyordu. Hz. Hüseyin bu durumun önüne geçmek ve
kanların akıtılmasına meydan vermemek amacıyla Ömer b. Sa'd'a şu
teklifleri yapmıştı: "Ey Ömer! Şu üç teklifimden birini kabul ediniz;

Bırakınız da ben, cihad etmek üzere, hudut boylarına gideyim. Yahut
Yezid'in yanına varıp kendisiyle görüşeyim. Yahut dönüp Medine'ye
gideyim" (Zehebî, A'lâmü'n-Nübela, 111, 208-209). Ama İbn Ziyâd bu
teklifleri asla kabul etmiyor ve Hz. Hüseyin'i artık bırakmak
istemiyordu.

Ömer b. Sa'd ise Hz. Hüseyin'e karşı her hangi bir saldırıda bulunmuyor
ve günler böyle geçip gidiyordu. Ubeydullah b. Ziyâd, son emrini verdi.
Ömer b. Sa'd'a yazdığı son emrinde şöyle diyordu:

"Ben seni, Hüseyin'le günler geçiresin, onun selâmet ve bekâsını
dileyesin ve benim katımda onun şefâatçısı, kayırıcısı olasın diye
göndermedim. Ona ve adamlarına hemen teklif et; hükmüme boyun eğsinler.
Eğer, sana teslim olurlarsa, onu ve etrafındakileri bana gönder. Şayet
kabule yanaşmazlarsa üzerlerine yürü. Çünkü, o asi ve şakidir."

Bu emirden sonra Hz. Hüseyin'e saldırılar başladı. Hz. Hüseyin'in
yanındaki bir avuç mücahid ve Ehl-i beytten hanım ve çocuklar binlerce
askerden oluşan orduya karşı büyük bir direnç gösteriyor ve bir bir
şehadet şerbetini içiyorlardı. En son Hz. Hüseyin kahramanca savaştı ve
almış olduğu otuzüç mızrak ve otuzdört kılıç yarasıyla bedeni toprağa
yığılırken, ruhu şehidlerin ruhlarına karışıyordu.

Kerbelâ'da Hz. Hüseyin'in akrabalarından yetmişiki kişi şehid düştü.
Adeta Ehl-i beyt, tümden imha edilmek istenmişti. Kufelilerden de
seksensekiz kişi ölmüştü.

Hz. Hüseyin, Hicrî altmışbirinci yılın on Muharreminde şehid olmuştu. Şehid düştüğünde elliyedi yaşında idi.

Hz. Hüseyin'in şehadeti Ömer b. Sa'd'ı ve Yezid'i derin bir şekilde
etkilemiş ve üzülmelerine yol açmıştı. Ancak bu üzülmelerin ne anlamı
olabilirdi. Hz. Hüseyin'in şehadetine yol, açan öncelikle Yezid
olmuştu.

Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in torununu ve büyük İslâm kahramanını
canevinden vuranlara müslümanların iyi nazarla bakması ise asla mümkün
değildir .

Merhum Mevdûdî Kerbelâ olayını ele aldığı "Hz. Hüseyin'in Şehadeti
Üzerine" adlı yazısında İslâmî yönetimin temel ilkeleri açısından Hz.
Hüseyin'in karşı çıktığı, reddettiği yönetimin durumunu şöyle belirler:
"Yezid'in, babası Muâviye'ye halef tayin edilmesi, kişilerden Allah'ın
hakimiyetine dille inanmalarının istendiği monarşi türünün
başlangıcının işaretidir. Uygulamada bütün önceki monarklar gibi
müslüman yöneticiler de hâkimiyetin tek kaynağı imişcesine
davranmışlardır, yani hakimiyet monarkın ve kanunî haleflerinindir.
Monarkın hayat, mülkiyet, şeref ve tebaanın her şeyinin tartışmasız
sahibi olduğu sanılmıştır. İslâm devletinin en önemli amacı Allah'ın
sevmediği kötülükleri önlemek ve yok etmek olduğu gibi, râzı olduğu
iyilik ve faziletleri de yerleştirmek ve emretmek iken; otokratik
yönetimlerin amacı arazi gasbetmek, mal-mülk sahibi olmak, haraç-vergi
toplamak ve hayvanî arzuları doyurmaktan öte geçmiyordu. Bu dönemde
müslüman yöneticiler ve hükümet Sezar'ın ihtişam ve debdebesini
adaletin yerine ise zulmü ve otoriteyi benimsediler. Lüks ve israf aldı
yürüdü. Yöneticiler meşrû olanla gayri meşrû olanı birbirinden
ayırmadılar. Politika artık ahlâktan yoksun hale gelmişti. Memurlar
halkın içinde Allah korkusunu yerleştirmek yerine, onları kontrol
altında tuttular, bilinçlerini artırma yerine, tahrik ve rüşvetle
onları kazanmaya çalıştılar. Yezid'in kendisine halef olarak
atanmasıyla İslâmî yönetim sistemi temellerinden sarsılmış ve yerini
babadan oğulla geçen bir monarşizme bırakmıştı. O andan itibaren
halifenin seçimini belirleyen ilke askıya alınıp zeki ve zengin olanlar
ümmetin serbest oylarıyla seçilme yerine, yönetimi birer birer ele
geçirmişlerdir. Krallığın egemen olmasıyla birlikte şûrâ sistemi de
köklü bir değişime uğradı. Monarşik yönetim kişisel ve despotik
yöntemlere dayanıyordu. Artık şûrâ heyetinin üyeleri, prensler,
dalkavuklar, saraylılar, eyalet valileri ve askerî komutanlar olmuştu.
Kralların egemen olmasıyla birlikte vicdanların sesi boğuldu ve söz
hürriyeti tümden inkâr edildi. Bu dönemde ağzını açan ancak hükümdarın
ve hükümetin lehine konuşabiliyordu. Aksi durumda ise susması
gerekiyordu. Vicdanların üzerindeki baskı öylesine ağırdı ki, gerçeği
söylemekten kendisini alamayan olursa, ya özgürlüğünü yitirip zindana
tıkılıyor, ya da hayatından oluyordu. İmparatorluk rejimi sorumlu
yönetim kavramından tümüyle yoksundu. Onun için Allah önünde sorumluluk
sözde kalan bir şeydi ve pek az olarak uygulamada kendini
gösterebiliyordu. Halk önünde sorumluluk duygusuna gelince; kimsenin
imparatorlardan bir açıklamada bulunmalarını istemek cesareti yoktuHz.Hüseyin R.A.Hayatı Nokta.
Hilâfet otokratik yönetime dönüşünce kamu hazinesi ilâhî veya kamu malı
olacağı yerde tümüyle kıralın özel mülkü haline geldi. Hem meşru, hem
meşru olmayan yollarla para alındı ve meşru olsun olmasın rasgele
harcandı. Kimsede en ufak bir hesap sorma cesareti kalmamıştı. Devletin
gelirlerinin tümü, sıradan bir postacıdan devlet yöneticisine kadar
herkesin harcayabildiği ölçüde bir zevk ve eğlence aracı haline geldi.
Yöneticilik yetkisinin kamu malını rasgele harcamak için bir belge
olmadığı gerçeği kimsenin umurunda bile değildi. Kamu hazinesini
diledikleri biçimde tüketebileceklerine ve kimsenin kendilerinden hesap
sormaya cesaret edemeyeceğine iyiden iyiye inanmışlardı.

Yalnızca krallar, prensler, soylular, memurlar ve kumandanlar değil,
sarayla uzaktan yakından ilgisi olan erkek ve kadın hizmetçiler bile
hukukun üstünde sayılıyorlardı. Halk gerek bedenen, gerekse ahlâken
devlet görevlilerinin merhametine kalmıştı. Halkın kaderini çizen iki
zıt ölçü vardı: Biri güçlüler, diğeri ise zayıflar için. Mahkemede
yargıçlara baskı yapılıyor, kararlarında adaletli olmaya çalışanlar,
karşılığında ağır fiyat ödemek zorunda kalıyorlardı. Allah'tan korkan
kadılar ilahi cezaya çarpılmamak için işkence ve zindanları zulmün ve
şımarıklığın elinde oyuncak olmaya tercih ediyorlardı" (Hz. Hüseyin-Bir
Uyar /Bir Sembol, İst. 1985).

Emevilerle birlikte bunu hızla diğer alandaki çözülme ve sapmalar
izlemiştir. Hz. Hüseyin'in biat ederek bu çözülüş ve zulmü onaylaması
elbette ki düşünülebilecek bir şey değildir. "Hüseyin'in bu arzu
edilmez gelişmeye kayıtsız kalmamasının nedeni işte budur. O, en kötü
sonuçları bile karşılamayı göze alarak yerleşmiş bir yönetime karşı
ayaklanmakla yükselen şer güçler dalgasının önüne set çekmeye karar
verdi. Bu yiğitçe karşı duruşun sonuçlarını herkes bilmiyordu.
Hüseyin'in kendisini ağır bir tehlikeye atıp sonuçlarına da kahramanca
katlanarak vurgulamak istediği gerçek, İslâm devletinin temel
ilkelerinin vazgeçilmez değerde birer servet olduğudur. Bir mü'minin bu
serveti korumak için hayatını feda etmesi ve aile üyelerinin de
katledilmelerine neden olması hiç bir zaman kötü bir pazarlık değildir"


Böylesine önemli zamanlarda hesap peşinde koşanlar ancak uzlaşmacı ve
kolaya kaçıcı kimseler olabilir. "Kendini takva ve hakka adamış kişi
hiç bir zaman sonuçları önemsemez. Mücadelenin sonucu her zaman
adaletin ve hakkın yanında olan gücün elindedir. Zulüm, sayı ve kaynak
bakımından, aşırı üstünlüğüne rağmen, neticede yok olur gider. Böyle
durumlarda şartları göz önünde bulundurup tedbir hesapları yapmak,
sonucun çok miktarda kan verilmesine değip değmeyeceği tartışmalarında
bulunmak Hakk'ın koruyucularının zihinlerinde kuşkular doğuran lanetli
şeytanın işidir"

Hz. Hüseyin, hiç bir hesap peşinde koşmadan kendisini Hakk'a adayan
gerçek ve örnek müslüman tipini simgeler. Bir konuşmasında, "Olup
bitenleri görüyorsunuz. Dünyanın rengi değişti; tümüyle faziletten
yoksun hale geldi. Yalnızca her iyiliğin tortusu kaldı. Dikkat!
Görmüyor musunuz? Hak ve doğru, yerin altına gönderildi. Bilerek batıl
işler peşindeler. Kötü gidişi önleyecek kimse kalmadı. Zaman, her
mü'minin Allah uğrunda hakkı savunma zamanıdır. Şehid olmak istiyorum.
Zalimlerle bir arada yaşamak zulmün ta kendisidir." diyen Hüseyin'in
eyleminden, şehadetinden alınması gereken dersi Mevlâna Ebu'l Kelâm
şöyle dile getirir: "Hüseyin Allah'ın iradesini kendi kişisel seçimine;
Hakk'a bağlılığı, hayat ve hayatın lükslerine duyulan sevgiye tercih
etti. Yalnız, Hakk'ın aşığı olmakta yarar görerek hayatını ortaya
koydu. Bu vakur olaydan çıkarılabilecek en değerli ders, Cihad ve Hak
yolundan sabırlı, kararlı ve metin olmak gerektiğidir."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
 
Hz.Hüseyin R.A.Hayatı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Hz. Hüseyin ve Kerbela
» Ehlibeytin Nuru İmamı Hüseyin
» Hz Ali'nin K.V.Hayatı
» Hz.Mevlana'nın Hayatı
» Peygamberimizin ( s.a.v) Hayatı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ravza Gülüm :: Hz. Peygamber Efendimiz :: Hayatüs Sahabe - Tabiin Hayatları-
Buraya geçin: