Ravza Gülüm
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Hz.Mevlana'nın Hayatı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Hz.Mevlana'nın Hayatı Empty
MesajKonu: Hz.Mevlana'nın Hayatı   Hz.Mevlana'nın Hayatı I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 10:22 pm

HZ. MEVLANA'NIN HAYATI Hazret-i Mevlana'nin Hayati

Mevlana'nin asil adi Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de,
kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasina gelen
Mevlana ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladigi
tarihlerde verilir. Bu ismi, Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den
itibaren Mevlana'yi sevenler kullanmis, adeta adi yerine sembol
olmustur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi,
geçmis yüzyillarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan
Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi
ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.



Dogum Yeri ve Yili

Mevlana'nin dogum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk
Kültür merkezi Belh'tir. Mevlana'nin dogum tarihi ise 30 Eylül 1207 (6
Rebiu'l-evvel, 604) dir.



Nesebi (Soyu)

Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nin annesi, Belh Emiri Rükneddin'in
kizi Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanligi)
hanedanindan Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dir.
Babasi, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvani ile taninmis,
Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin
Hatibi'dir. Eflaki'ye göre Hüseyin Hatibi, ilmi deniz gibi engin ve
genis olan bir alim idi. Din ilminin üstadi ve alimlerin büyüklerinden
sayilan, güzel siirler söyleyen Nisaburlu Raziyüddin gibi bir zat da
talebelerindendi. Kaynaklar ve Mevlana'nin sevgi yolunda gidenler
eserlerinde Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'in nesebinin, anne
cihetiyle ondördüncü göbekte Hazret-i Muhammed'in torunu Hazret-i
Hüseyin'e, baba cihetiyle de onuncu göbekte Hazret-i Muhammed'in
seçilmis dört dostundan ilki Hazret-i Ebu Bekir Siddik'a ulastigini
kaydediyorlar.



Babasi Bahaeddin Veled Hazretleri'nin Sahsiyeti

Bahaeddin Veled, 1150'de Belh'de dogmus, babasi ve dedesinin manevi
ilimleriyle yetismis; ayrica Necmeddin-i Kübra (? - 1221)'dan feyz
almistir. Bahaeddin Veled bütün ilimlerde esi olmayan, olgun mana
sultani idi. Ilahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz
bucaksiz bir deniz gibi olan Bahaeddin Veled, Horasan Diyarinin, en güç
fetvalari halletmede, tek üstadi idi ve vakiftan hiçbir sey almazdi;
devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maasla geçinirdi.
Kaynaklarin ittifakla rivayetine göre, devrinin alimleri ve ulu
müftüleri, Hazreti Muhammed'in manevi isaretiyle, Baheddin Veled'e
Sultanü'l- Ulema ünvanini vermislerdir. Bundan sonra da Bahaeddin Veled
bu ünvanla yad edilmistir. Bu ünvanin verilisi Türklerin adetiyle de
izah edilebilir. Türkler, yüksek kabiliyet ve fazilet sahiplerinin
taninmadan kaybolup gitmesine, unutulmasina razi olmazlardi. Onlari
halkin gözünde belirtmek, halki ilim ve irfana yöneltmek için o gibi
büyüklere layik olduklari birer unvan verilirdi. Bu anane, Türklerin
ilme, fazilete karsi saygi duygularini gösteren parlak bir delildir.
Hatta anane geregince imzalarin üstünde bu ünvanlari kullanmaya
mecburdurlar onlar kazandiklari bu ünvanlari kendileri için manevi bir
rütbe yayarlar, nefisleri için bundan asla gurur duymazlardi. Alimler
gibi giyinen Bahaeddin Veled, adeti üzere, sabah namazindan sonra,
halka ders okutur; ögle namazindan sonra dostlarina sohbette bulunur;
pazartesi günleri de bütün halka va'z ederdi. Va'zi esnasinda
umumiyetle, Yunan filozoflarinin fikirlerini benimseyenlerin
görüslerini reddeder ve "Semavi (Allah'dan olan ilahi) kitaplari
arkalarina atip, filozoflarin silik sözlerini önlerine alip itibar
edenlerin nasil kurtulma ümidi olur" derdi. Bu arada Yunan felsefesini
okutan ve savunan Fahreddin-i Razi'ye ve ona uyan Harezmsah'in
aleyhinde bulunur; onlari bidat ehli (dinde, peygamber zamaninda
olmayan, yeniden begenilmeyen seyleri çikaranlar) olarak görür ve söyle
derdi: "Muhammed Mustafa'nin yürüyüsünden dahi iyi yürüyüs, yolundan
daha dogru bir yol görmedim"



Hazret-i Mevlana'nin Babasi ile Belh'ten Çikislari ve Konya'ya Gelisleri

Esasen tasavvuf ehline iyi gözle bakmayan ve bunlarin Harezmsah katinda
saygi görmelerini çekemeyen Fahreddin-i Razi, Bahaeddin Veled'in açikça
kendi aleyhine tavir almasina da çok içerlediginden onu Harezmsah'a
gammazladi. Bahaeddin Veled'in de gönlü Harezmsah'tan incindi ve Belh'i
terk etti. Ancak arastiricilar, Bahaeddin Veled'in Belh'ten göç
etmesine sebep olarak, Mogol istilasini gösterirler. Sultanü'l-Ulema,
aile fertleri ve dostlariyla Belh sehrini 1212-1213 tarihlerinde terk
ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmisti. Nisabur'a ugradi. Göç
kervaniyla Bagdat'a yaklastiginda, kendisine hangi kavimden olduklarini
ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafizlara Sultanü'l-Ulema
Seyh Bahaeddin Veled su manidar cevabi verir: "Allah'dan geldik,
Allah'a gidiyoruz. Allah'dan baska kimsede kuvvet ve kudret yoktur." Bu
söz Seyh Sehabeddin-i Sühreverdi (1145-1235)'ye ulastiginda: "Bu sözü
Belhli Bahaeddin Veled"den baskasi söyleyemez" dedi, samimiyetle ve
muhabbetle karsilamaya kostu. Birbirleriyle karsilasinca Seyh
Sühreverdi, katirindan inip nezaketle Bahaeddin Veled'in dizini öptü,
gönülden hürmetlerini sundu. Bahaeddin Veled, Bagdat'ta üç günden fazla
kalmadi ve Kufe yolundan Kabe'ye hareket etti. Hac farizasini yerine
getirdikten sonra, dönüste Sam'a ugradi. Bahaeddin Veled, yaninda
biricik oglu Mevlana oldugu halde, göç kervaniyla Sam'dan Malatya'ya,
oradan Erzincan'a, oradan Karaman'a ugradilar. Karaman'da bir müddet
kaldiktan sonra, nihayet Konya'yi seçip oraya yerlestiler.



Göç Yolunda Hazret-i Mevlana'ya Teveccühte Bulunan Mutasavviflar

Seyh Attar Hazretleri: Belh'i terk ettikten sonra Bagdat'a dogru yola
çikan Bahaeddin Veled, Nisabur'a vardiginda ziyaretine gelen Seyh
Feridüddin-i Attar (1119-1221;1230) ile görüsüp sohbet eder. Sohbet
esnasinda Seyh Attar, Mevlana'nin nasiyesindeki (alnindaki) kemali
görür ve ona Esrar-name adli eserini hediye eder ve babasina da; "Çok
geçmeyecek ki, bu senin oglun alemin yüregi yaniklarinin yüreklerine
atesler salacaktir." der.

Seyh-i Ekber Hazretleri: Sultanü'l-Ulema, Hac farizasini yerine
getirdikten sonra dönüste Sam'a ugradi. Orada Seyh-i Ekber Muhyiddin
Ibnü'l-Arabi (1165-1240) ile görüstü. Seyh-i Ekber, Sultaü'l-Ulema'nin
arkasinda yürüyen Mevlana'ya bakarak: "SübhanHz.Mevlana'nın Hayatı Allah! Bir okyanus bir denizin arkasinda gidiyor" demistir.



Hazret-i Mevlana'nin Evlenmesi

Karaman'da bulunduklari 1225 tarihinde Mevlana, babasinin buyrugu ile
itibarli, asil bir zat olan Semerkantli Hoca Serafeddin Lala'nin, huyu
güzel, yüzü güzel kizi Gevher Banu ile evlendi. Mevlana dünya evine
girdiginde onsekiz yasindadir.
Hazret-i Mevlana'nin, Konya'ya Yerlesmeleriyle Ilgili Yorumu: "Hak
Teala'nin Anadolu halki hikkinda büyük inayeti vardir ve Siddik-i Ekber
Hazretlerinin duasiyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete layik
olanidir. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanlari
mülk sahibi Allah'in ask aleminden ve deruni zevkten çok
habersizlerdir. Sebeplerin hakiki yaraticisi Allah, hos bir lutufta
bulundu, sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan
ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.

Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah
bilgisine ve sirlarina ait) iksirimizden (altin yapma hassamizdan)
onlarin bakir gibi vücutlarina saçalim da onlar tamamiyla kimya
(bakisiyla, baktigi kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin
mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciger arkadasi) olsunlar."



Hazret-i Mevlana'yi Yetistiren Mutasavviflar

Sultanü'l-Ulema Seyh Bahaeddin Veled Hazretleri

Önceki bahislerde sahsiyetini belirtmeye çalistigimiz Bahaeddin Veled,
Mevlana'nin ilk mürsididir. Yani Mevlana'ya Allah yolunu ögretip,
tasavvuf usulunce hakikatleri ve sirlari gösteren tarikat seyhidir.
Bütün Islam aleminde yüksek itibar ve söhrete sahip olan Bahaeddin
Veled, Selçuklulularin Sultani Alaaddin Keykubat'tan yakin alaka ve
sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled, 3 Mayis 1228 tarihinde
Selçuklularin bas sehri Konya'yi sereflendirip yerlestikden kisa bir
süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat
(saltanat müddesi 1219-1236), sarayinda Bahaeddin Veled'in serefine
büyük bir toplanti tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte
onun manevi terbiyesi altina girdi. Sultaü'l-Ulemaya gönülden bagli
olan Sultan Alaaddin onu hayranlikla söyle över; "Heybetinden gönlüm
tir tir titriyor, yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri ördüke,
gerçekligim, dinim artiyor. Bu alem, bendem korkup titrerken ben, bu
adamdan korkuyorum, ya Rabbi, bu ne hal? Iyice inandim ki o, cihanda
nadir bulunan ve esi benzeri olmayan bir Allah dostudur." Dünya
sultanina hükmeden, essiz Allah dostu mana ve gönül sultani Bahaeddin
Veled, 24 Subat, 1231 tarihinde Cuma günü kusluk vaktinde ebedi alemde
göçtü. Geriye Muhammed Celaleddin gibi bir hayirli ogul ile Maarif gibi
bir eser birakti. Sultanü'l-Ulema, sadece duygu ve düsüncelerini
açikladi söhret pesinde kosmadi. Etrafindakilerini yetistirdi ve onlari
daima aydinlatti.

Seyyid Burhaneddin Hazretleri

Bahaeddin Veled'in irtihalinde Mevlana yirmidört yasinda idi. Babasinin
vasiyeti, dostlarinin ve bütün halkin yalvarmalari ile babasinin
makamina geçti, oturdu. Mevlana, babasindan sonra, Seyid Burhaneddin'i
buluncaya kadar bir yil mürsidsiz kaldi. 1232 tarihinde babasinin
degerli halifesi Seyyid Burhneddin-i Muhakkik-i Tirmizi, Konya'ya
geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi altina girdi.

Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek bir kamil mürsid idi. Maarif
adli eseri irfaninin delilidir. Kendisine, daima kalblerde bulunan
sirlari bilmesinden dolayi, Seyyid Sirdan denirdi. Seyyid Burhaneddin,
ta çocukluk yillarinda bir lala gibi omuzlarda tasiyip dolastirdigi
Mevlana'ya dedi ki: "Bilginde esin yok, seçkinsin. Ama baban hal
(manevi makam) sahibiydi, sen de onu ara, kalden (sözden) geç. Onun
sözlerini iki eline kavramissin; fakat benim gibi onun haliyle de
sarhos ol. Böylece de ona tam mirasçi kesil; cihana isik saçmada günese
benze. Sen zahiren babanin mirasçisisin; ama özü ben almisim; bu dosta
bak, bana uy." Mevlana babasinin halifesinden bu sözleri duyunca
samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle,
Seyyid Burhaneddin'i babasinin yerine koydu ve gerçek bir mürsid
bilerek gönülden, tam dokuz yil ona hizmet etti. Bu zaman zarfinda, o
kamil mürsidin kilavuzlugu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret
sarfederek) ve riyazetle o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle
pisti, olgunlasti, bastan ayaga nur oldu; kendinden kurtuldu, mana
sultani oldu. Nitekim, Mesnevi'sindeki su iki beyit, pistiginin, kamil
insan mertebesine ulastiginin ifadesidir; "Pis, ol da bozulmaktan kurtulHz.Mevlana'nın Hayatı Nokta.
Yürü, Burhan-i Muhakkik gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle
Burhan olursun. Kul olup yok oldun mu sultan kesilirsin."




Hazret-i Mevlana'nin Konya Disina Seyahati

Halep ve Sam'a Gidisi: Mevlana, yüksek ilimlerde daha çok derinlesmek
için, Seyyid Burhaneddin'in izniyle Haleb'e gitti. Halaviyye
Medresesi'nde, fikih, tefsir ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan
Adim oglu Kemaleddin'den ders aldi. Mevlana, Halep'teki tahsilini
bitirdikten sonra Sam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için
dört yil kaldi. Bu zaman zarfinda Sam'daki alimlerle tanisip, onlarla
sohbet etti.



Sam'da Sems-i Tebrizi Hazretleri ile Bir Anlik Görüsme

Eflaki'ye göre Mevlana, Sam'da Semseddin-i Tebrizi ile görüsmüstür;
fakat bu görüsme kisa bir müddettir ve söyle cereyan etmistir.
Semseddin-i Tebrizi, bir gün halkin arasinda, Mevlana'nin elini
yakalayip öper ve ona "Dünyanin sarrafi beni anla!" diye hitap eder ve
kaybolur. Iste bu sohbet veya bir anlik görüsme tarihinden takriben
sekiz sene sonra Sems, Konya'ya gelecek ve Mevlana ile içli disli
sohbet edecektir.



Hazret-i Mevlana Kamil Bir Mürsid

Yedi yil süren Halep ve Sam seyahatinden sonra Konya'ya dönen Mevlana,
Seyyid Burhaneddin'in arzusu üzerine birbiri arkasina, candan istekle
ve samimiyetle, üç çile çikardi. Yani üç defa kirkar gün (yüzyirmi gün)
az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamini ibadetle geçirmek
suretiyle nefsini aritti. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin,
Mevlana'yi kucaklayip öptü; takdir ve tebrikle, "Bütün ilimlerde esi
benzeri olmayan bir insan, nebilerin ve velilerin parmakla gösterdigi
bir kisi olmussunHz.Mevlana'nın Hayatı Nokta.
Bismillah de yürü, insanlarin ruhunu taze bir hayat ve ölçülemiyecek
bir rahmete bog; bu suret aleminin ölülerini kendi mana ve askinla
dirilt." Dedi ve onu irsad ile görevlendirdi. Seyyid Burhaneddin, daha
sonra, Mevlana'dan izin alip Kayseri'ye gitmis ve orada ebedi aleme
göçmüstür (1241-1242). Türbesi Kayseri'dedir. Mevlana Seyyid
Burhaneddin'in Konya'dan ayrilisindan sonra, irsad (Allah Yolunu
gösterme) ve tedris (ögretim) makamina geçti. Babasinin ve dedelerinin
usullerine uyarak bes yil bu vazifeyi basari ile yapti. Rivayete göre
dini ilimleri tahsil eden dört yüz talebesi ve on binden çok müridi
vardi.



Hazret-i Mevlana'nin Dostlari, Halifeleri; Kendisine ilham Kaynagi Olan Mutasavviflar

Sems-i Tebrizi Hazretleri
Bu zatin adi, Semseddin Muhammed olup dogumu 1186 dir. Tebrizli
Melekdad oglu Ali'nin oglu olan Sems, tahsilini bitirdikten sonra,
zamaninin yegane seyhi olarak gördügü Tekbirzi Seyh Ebu Bekir
Sellebaf'a (sele ve sepet örücüsüne) intisap etti ve onun terbiye ve
irsadiyla yetisip olgunlasti. Sems, ulastigi manevi makama kanaat
etmediginden daha olgun mürsidler bulmak arzusuyla seyehate çikti.
Senelerce takati tükenircesine bir çok bir çok yerler dolasti,
zamaninin arifleriyle görüstü. Bu arifleri, mana alemindeki uçusunda
kinaye olarak Sems'e, Sems-i Perende (Uçan Günes) adini vermislerdir.
Sems, ta çocuklugundan itibaren fikren ve ruhen hür bir dervis,
kendinden geçercesine ilahi aska dalarak yasayan bir sahsiyetti. Sems,
kendisini ruhen tatmin edecek seviyede bir Hak dostu bulamayan ve hep
kendi mertebesinde bir sohbet arkadasi arayan bir kamil velidir. Yana
yakila, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost
arayan Sems'in bir gece karari elden gitti, heyecan içinde idi.
Allah'in tecellilerine gömülüp mest olmus bir halde münacatinda "Ey
Allah'im! Kendi, örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni
istiyorum" diye yalvardi. Allah tarafindan, istediginin, Anadolu
ülkesinde bulunan, Belhli Sultanü'l-Ulema'nin oglu Muhammed Celaleddin
oldugu ilham edildi. Bu ilham ile Sems, 29 Kasim 1244 yili Cumartesi
sabahi Konya'ya geldi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Hz.Mevlana'nın Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Mevlana'nın Hayatı   Hz.Mevlana'nın Hayatı I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 10:23 pm

Hazret-i Mevlana ile Hazret-i Sems'in Bulusmalari

Mevlana ile sems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, bu iki ruh, nihayet
bulustular, görüstüler. Bu tarihte Sems, altmis, Mevlana, otuz sekiz
yasinda idi. Bu iki ilahi asik, bir müddet yalnizca bir köseye
çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk'a verdiler ve gönüllerine gelen
ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular. Sultan Veled der ki: "Ansizin
Sems gelip ona ulasti; ona masukluk (sevilen, sevgili olmanin)
hallerini anlatti, açikladi. Böylece de sirri yücelerden yüceye vardi.
Sems, Mevlana'yi sasilacak bir aleme çagirdi, öyle bir aleme ki, ne
Türk gördü o alemi ne Arap."
Hazret-i Mevlana'nin Masukluk Mertebesine Erismesi: Bu hususu Sultan
Veled söyle açiklar, "Alemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir
derece vardir ki o, masukluk duragidir. Aleme bu masukluk duragina dair
haber gelmemis, bu durakta bulunanlarin ahvalini hiçbir kulak
isitmemisti. Tebrizli Semseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin'i
asiklik ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamasi olan,
masukluk mertebesine eristirmistir. Esasen Mevlana, ezelde, masukluk
denizinin incisiydi, her sey döner, aslina varir."

Kim, kimi aradi? Hatirlara gelebilecek, "Sems mi Mevlana'yi aradi,
Mevlana mi Sems'i" sorusuna söyle cevap verebiliriz: Sems, Mevlana'yi,
Mevlana'da Sems'i aramistir. Sems Mevlana'ya asik ve taliptir,
Mevlana'da Sems'e asik ve taliptir. Çünkü asik, ayni zamanda masuk,
masuk ayni zamanda asiktir. Mevlana der ki: "Dilberler (gönlü alip
götürenler, manevi güzeller), asiklari, canla basla ararlar. Bütün
masuklar, asiklara avlanmislardir. Kimi asik görürsen bil ki masuktur.
Çünkü o, asik olmakla beraber masuk tarafindan sevildigi cihetle
masuktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda suzuslari
arar."



Hazret-i Mevlana'nin Manevi Yolculugundaki Safhalari

Mevlana, manevi yolculugunu, olgunluga ermesini, su sözünde
toplamistir. "hamdim, pistim, yandim." Mevlana'nin pismesi, babasi
Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin'in feyizli
nefesleriyle, yanmasi da Sems'in nurlu aynasinda gördügü kendi
güzelliginin ask atesiyledir.




Hazret-i Mevlana ile Sems Hakkinda

Mevlana, Sems ile Konya'da bulustugu zaman tamamiyle kemale ermis bir
sahsiyetti. Sems, Mevlana'ya ayna oldu. Mevlana, Sems'in aynasinda
gördügü kendi essiz güzelligine asik oldu. Diger bir ifadeyle Mevlana,
gönlündeki Allah askini Sems'te yasatti. Mevlana'nin Sems'e karsi olan
sevgisi, Allah'a olan askinin miyaridir (ölçüsüdür). Çünkü Mevlana,
Sems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu. Mevlana açilmak
üzere bir güldü. Sems ona bir nesim oldu. Mevlana bir ask sarabi idi,
Sems ona bir kadeh oldu. Mevlana zaten büyüktü, Sems onda bir gidis,
bir nesve degisikligi yapti. Sems ile Mevlana üzerine söz tükenmez. Son
söz olarak söyle söyleyelim, Sems, Mevlana'yi atesledi, ama karsisinda
öyle bir volkan tutustu ki, alevleri içinde kendi de yandi.



Sems-i Tebrizi Hazretleri'nin Konya'dan Ayrilisi

Sems ile bulusan Mevlana, artik vartini Sems'in sohbetine hasretmis,
Sems'in nurlarina gömülüp gitmis, bambaska bir aleme girmisi. Sems'in
cazibesinde yana yana dönüyor, ilahi askla kendinden geçercesine Sema
ediyordu. Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki mukaddes sirri idrakten
aciz olanlar, ileri geri konusmaya basladilar. Neticede Sems, incindi
ve Mevlana'nin yalvarmalarina ragmen, Konya'dan Sam'a gitti (14 Mart,
1246 Persembe).



Hazret-i Sems'in Konya'ya Dönüsü

Sems'in ayrildiginda derin bir izdiraba düsen Mevlana, manzum olarak
yazdigi güzel bir mektubu, Sultan Veled'in baskanligindaki kafileyle
Sam'a, Sems'e gönderdi. Sultan Veled, kafilesiyle Sam'a vardi, Sems'i
buldu ve babasinin davet mektubunu, hediyelerle birlikte, saygiyla
Sems'e sundu. Sems, "Muhammedi tavirli ve ahlakli Mevlana'nin arzusu
kafidir. Onun sözünden ve isaretinden nasil çikabilir."diyerek,
Mevlana'nin davetine icabet etti ve 1247 'de, Sultan Veled'in
kafilesiyle, Konya'ya döndü.



Hazret-i Sems'in Kaybolusu

Sems'in Konya'ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana da hasretin
sikintilarindan kurtuldu. Artik Sems'in serefine ziyafetler verildi,
Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurla, muhabbetle, dostluk
içinde geçen günler pek çok sürmedi, dedikodular ve can sikisi durumlar
yeniden basladi. Sems, o bahtsiz dedikoducu toplulugun yine kinle
doldugunu, gönüllerinden sevginin uçup gittigini, akillarinin
nefislerine esir oldugunu anladi ve kendisini ortadan kaldirmaya
ugrastiklarini bildi, Sultan Veled'e dedi ki: Gördün ya azginlikta yine
birlestiler. Dogru yolu göstermekte, bilginlikte esi olmayan
Mevlana'nin huzurundan beni ayirmak, uzaklastirma, sonra da sevinmek
istiyorlar. Bu sefer öylesine bir gidecegim ki, hiç kimse benim nerede
oldugumu bilmeyecek. Aramaktan herkes acze düsecek, kimse benden bir
nisan bile bulamayacak. Böylece bir çok yillar geçecek de yine kimse
izimin tozunu bile göremeyecek." Iste Sultan Veled'e böyle yakinan
Sems, 1247-1248 tarihinde Konya'dan ansizin gidip kayboldu. Sems'in
kaybolusundan sonra Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim
onun hakkinda asli esasi olmayan bir haber bile verse ve Sems'i falan
yerde gördüm dese, bu müjde için sarigini ve hirkasini vererek
sükranelerde bulunuyordu. Bir gün bir adam, Sems'i Sam'da gördüm diye
haber verdi. Mevlana buna, tarif edilemeyecek sekilde sevindi ve o
adama, üstünde nesi varsa bagisladi. Dostlarindan birisi, bu adamin
verdigi haber yalandir, o Sems'i görmemistir, dediginde Mevlana su
cevabi vermistir. "Evet, onun verdigi bu yalan haber içinde üstümde
neyim varsa verdim. Eger, dogru haber verseydi, canimi verirdim."



Hazret-i Mevlana'nin, Sems-i Tebrizi Hazretleri'ni Aramak Için Sam'a Gidisi

Mevlana, Sems'i çok aradi. Onun ayriligiyla, gönülleri yakan, sizlatan,
nice siirler söyledi. Onu aramak için iki kere Sam'a gitti. Yine Sems'i
bulamadi. Bu son iki seyahatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle
beraber, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yillari arasinda oldugu
söylenebilir. Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana, Sam'da suret
bakimindan Tebrizli Sems'i bulamadi ama, mana yönünden onu, kendisinde
buldu. Ay gibi kendi varliginda beliren Sems'i, kendinde gördü ve dedi
ki: "Beden bakimindan ondan ayriyim ama, bedensiz ve cansiz ikimiz de
bir nuruz. Ey arayan kisi! Ister onu gör, ister beni. Ben O'yum O da
ben."



Konya'li Kuyumcu Seyh Selahaddin Hazretleri

Yagibasan'in oglu Konyali Zerkub (kuyumcu) diye taninan Seyh Selahaddin
Feridun, Konya civarindaki bir gölün kenarinda balikçilikla geçinen bir
ailedendir. Ummi olarak bilinen Seyh Selahaddin, gençliginde Seyyid
Burhaneddin'in terbiyesine girmis, onun sohbetlerinde pismis, onun
feyziyle olgunlasmis, kamil bir insandir. Ayrica Sems'in sohbetlerinde
de bulunmus, ondan da feyz almistir. Mevlana ile Sems bulusmalarinda,
alti ay Seyh Selahaddin'in hücresinde sohbet etmislerdir. Onlara hizmet
edebilme serefine ve sohbetlerinde bulunabilme bahtiyarligina eren zat,
Seyh Selahaddin'dir. Seyh Selahddin, kuyumcu dükkaninda altin varak
yaparak, helalinden para kazanmak ve manevi halini kuvvetlendirmekle
ugrasirdi.



Hazret-i Mevlana'nin Vecd ile Sema'i

Seyh Selahaddin'in, Mevlana ile tanismasi ta Seyyid Burhaneddin'in
manevi terbiyesi altina girdigi tarihte baslar, fakat bütün sevgilerden
tamamen vaz geçip Mevlana'ya manen baglanmasina ve vakitlerini onun
sohbetlerine hasretmesine sebep su hadisedir. Mevlana bir gün Seyh
Selahaddin'in Kuyumcular çarsisindaki dükkaninin önünden geçmektedir.
Içeride varak yapmak için çekiçle altin dövmekte olan Kuyumcu Seyh
Selahaddin ve çiraklarinin çekiç darbelerinden çikan sesleri duyan
Mevlana, o hos seslerin ahengi ile cezbelenir. (Allah tarafindan manen
çekilerek iradesi elden gider) ve vecd ile (kendinden geçip ilahi aska
dalarak) Sema etmeye baslar. Disarida Mevlana'nin Sema ettigini gören
Seyh Selahaddin onun, çekiç darbelerinin ahengine, ritmine uyarak Sema
ettigini anlayinca, altinin zayi olmasini düsünmez ve çiraklarina,
çekiç darbelerine devam etmelerini emrederek kendisi de disari firlar
ve Mevlana'nin ayaklarina kapanir.



Hazret-i Mevlana'nin, Seyh Selahaddin Hazretleri'ni Kendisine Hemden ve Halife Seçmesi

Mevlana, son Sam seyahatinde, mana yönünden Sems'i ay gibi kendinde
gördükten sonra, onu aramaktan vaz geçti ve kendisine Seyh Selahaddin'i
dost ve hemden olarak seçti. Mevlana, Sems'e duydugu muhabbet ve gönül
bagliliginin aynisini Seyh Selahaddin'e de gösterdi ve bu zat ile sükun
buldu. Mevlana, Allah'in cemal tecellileri içinde ruhen manevi bir
alemde yasadigindan, müridlerinin irsadiyla bizzat ugrasamamis ve
onlarin irsad ve terbiyesine, en seçkin, en ehil dostlarindan birbirini
tayin etmistir. Iste Seyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin
ettigi dostudur. Mevlana, Seyh Selahaddin'e yalniz manevi bir bag ve
içten gelen muhabbetiyle kalmadi, onun kizi hakkinda, "Benim sag gözüm"
diyerek iltifatta bulundugu Fatma Hatun'u oglu Slutan Veled'e almak
suretiyle aralarinda bir akrabalik bagi da kurdu.


Seyh Selahaddin Hazretlerinin Olgunlugu

Mevlana'nin, Sems ile dostlugunu çekemeyenler bu sefer de Mevlana'nin
Seyh Selahaddin'e gösterdigi yakinliga haset etmeye basladilar. Seyh
Selahaddin'i, ümmidir diye, yüksek irsad makamina layik görmüyorlardi.
Sems'e yaptiklari gibi küstahliga kalkistilar. Kendisine kötü düsünce
ile bakan bahtsiz, zavallilara Seyh Selahaddin, "Mevlana, beni yalnizca
herkesten üstün tuttu da bu yüzden inciniyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki
benim apaçik bir görüsüm yok, ben bir aynayim. Mevlana, ben de kendi
yüzünü görüyor; ne diye kendini seçmesin? O kendi güzelim yüzüne asik,
bundan baska fikre düsmek kötü bir sey" diyerek, kemal ve mahviyyetini
(ileri derecede alçak gönüllügünü) göstermistir.



Seyh Selahaddin Hazretleri'nin Ebedi Aleme Göçüsü

Mevlana ile Seyh Selahaddin, on yil birbiriyle adeta mest olarak
görüsüp sohbet ettiler, ayrilik mahmurlugunu tadmadan, visal aleminde
safalar sürdüler. Nihayet Seyh Selahaddin hastalandi ve ebedi alemde
göçtü (1259).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Hz.Mevlana'nın Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Mevlana'nın Hayatı   Hz.Mevlana'nın Hayatı I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 10:24 pm

Çelebi Hüsameddin Hazretleri

Çelebi Hüsameddin, vaktiyle Konya'ya göçmüs bir soylu ailedendir ve
dogum yeri Konya'dir. (1225) Çelebi lakabini kendisine veren
Mevlana'dir. Gençliginin ilk yillarinda, Ahilerin seyhi olan babasini
kaybeden Çelebi Hüsameddin, zamaninin bütün ulu kisileri ve
seyhlerinden yakin alaka ve himaye gördügü halde, bütün hizmetkarlari
ve arkadaslariyla, Mevlana'nin hizmetini seçmistir. Böylece Mevlana'nin
terbiyesinde yetisip olgunlasmis, kamil insan olmustur.



Hazret-i Mevlana'nin Çelebi Hüsameddin'i Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi

Mevlana, Seyh Selahaddin'den sonra kendisine hemdem ve halife olarak
Çelebi Hüsameddin'i seçti ve dostlarina söyle dedi; "Ona bas egin,
önünde acizcesine kanatlarinizi yere gerin! Bütün buyruklarini yerine
getirin, sevgisini caninizin ta içine ekin. O rahmet madenidir, Allah
nurudur." Mevlana'nin bu buyrugu üzerine, bütün dostlar ona itaat
ettiler. Sultan Veled'in diliyle, "Bütün dostlar, onun lutuf suyuna
testi kesildiler, Sems'e ve Seyh Selahaddin'e yapmis olduklari asagilik
hareketlerden kurtulmuslar, edeplenmislerdi. Haset etmeden Çelebi
Hüsameddin'e itaat ettiler." Çelebi Hüsameddin on bes sene Mevlana'nin
serefli sohbetinde bulundu. Mevlana'dan sonra da dokuz sene irsad
makaminda, Mevlana postunda oturdu.



Çelebi Hüsümeddin Hazretleri'nin Degeri

Mevlana, ancak Çelebi Hüsameddin'in bulundugu meclis rahat bulur, huzur
duyar, cosup manalar saçar, hakikat ilminden bahisler açardi.
Mevlana'ya göre, hakikatler memesinden manalar sütünü emip çikaran
Çelebi Hüsameddin'dir. Mesnevi'sinde bu manaya isaretle söyle der; "Bu
söz, can memesininde süttür. Emen olmadikça güzelce akmiyor. Dinleyen
susuz ve arayici olursa, va'zeden ölü bile olsa söyler. Dinleyen yeni
gelmis ve usanmamis olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir. Kapimdan
içeri, na-mahrem girince, harem halki, perde arkasina girer, gizlenir.
Zararsiz ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler,
yüzlerindeki peçeyi açarlar. Bütün güzel, hos ve yarasan seyler, gören
göz için yapilir. Çengin zir (en ince) ve bam (en kalin) nagmeleri,
nasil olur da sagir kular için terennüm edilir? Allah, miski beyhude
yere güzel kokulu yapmadi. Koku duyan için yaratti; koku almayan için
degil." Iste Islami Tasavvuf edebiyatinin en büyük didaktik saheseri
olan Mesnevi'yi Çelebi Hüsameddin, Mevlana'nin tükenmez bir hazineye
benzeyen ruhundan çekip çikartmistir.



Çelebi Hüsameddin Hakkinda

Mevlana'nin kirk yil samimiyetle hizmetinde, sohbetinde bulunan
Sipehsalar, Risale'sinde, Çelebi Hüsameddin'in degerini su cümlelerle
belirtiyor; "Hakikatte Hüdavendigar Hazretlemizin tam mazhari Çelebi
Hüsameddin idi ve bütün Mesnev-i Serif onun ricasi ile yazilmistir.
Bütün tevhid ve ask ehli, kendilerine bahsedilen Mesnevi'nin yalnizca
yazilmasi hususunda, kiyamete kadar Çelebi Hüsameddin'e tesekkür
etseler, yine sükran borçlarini ödeyemezler."



Mesnevi'nin Yazilisi

Eflaki, Mesnevi'nin yazilip tamamlanmasini anlattigi bahiste diyor ki:
"Mevlana Hazretleri, asil kisilerin sultani Çelebi Hüsameddin'in
cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken,
ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi'yi söylemeye devam
etti. Bazen öyle olurdu ki, aksamdan basliyarak gün agarincaya kadar
birbiri arkasindan söyler, yazdirirdi. Çelebi Hüsameddin de bunu
sür'atle yazar ve yazdiktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana'ya
okurdu. Cilt tamamlaninca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden
geçirerek gereken düzeltmeleri yapip tekrar okurdu." Bu sekilde
dikkatlice 1259-1261 yillari arasinda yazilmaya baslanilan Mesnevi,
1264-1268 yillari arasinda sona erdi.

Hazret-i Mevlana'nin Baki Aleme Göçüsü

Mevlana, Çelebi Hüsameddin ile tam onbes sene güzel demler, hos safalar
sürdü. Bu müddet zarfindan bahtsizlarin fitne ve hücumundan uzak, huzur
ve sürur içinde yasadi. Dostlari onun cemalinin nuruna pervane
olmuslardi. Mevlana, artik son anlarini yasadigini, özledigi ebedi
cemal alemine kavusacagini anlamisti. Ansizin hastalanip yataga düstü.
Mevlana'nin hastalik haberi Konya'da yayildigi zaman ahali, sifalar
dilemeye, gönlünü, duasini almaya geliyorlardi.

Seyh Sadreddin (? - 1274) de talebeleriyle birlikte Mevlana'ya geçmis
olsun demeye geldi ve çok üzüldügünü beyan edip, "Allah yakin zamanda
sifalar versin. Hastalik ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir.
Siz alemin canisiniz, insaHz.Mevlana'nın Hayatı Allah
yakin zamanda tam bir sihhate kavusursunuz" diye temennide bulundu. Bu
nun üzerine Mevlana: "Bundan sonra Allah sizlere sifa versin. Asikin
masukuna kavusmasini ve nurun nura ulasmasini istemiyor musun?" dedi.
Seyh Sadreddin, yanindakilerle birlikte aglayarak kalkip gitti.

Mevlana, dostlarina ve aile efradina, bu dünyadan göçecegine
üzülmemelerini söylüyordu, fakat onlar, benden de olsa, bu ayriligi
kabullenemiyorlar, aglayip inliyorlardi. Mevlana'nin hanimi, Mevlana'ya
hitaben; "Ey alemin nuru, ey ademin cani! Bizi birakip nereye
gideceksin?" diyerek agliyor ve ilave ediyordu. "Hudavendigar
Hazretlerinin dünyayi hakikat ve manalarla doldurmasi için üçyüz veya
dörtyüz yillik ömrünün olmasi lazimdi." Mevlana cevaben, "Niçin? Niçin?
Biz ne Firavun ve ne de Nemrud'uz, bizim toprak alemiyle ne isimiz var,
bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasil olur? Ben insanlara faydam
dokunsun diye dünya zindaninda kilmisim, yoksa hapishane nerede ben
nerede? Kimin malini çalmisim? Yakinda Allah'in sevgili dostunun,
Hazret-i Muhammed'in yanina dönecegimiz umulur"



Hazret-i Mevlana'nin Vasiyeti

"Ben size, gizli ve aleni, Allah'dan korkmanizi, az yemenizi, az
uyumanizi, az söylemenizi, günahlardan çekinmenizi, oruç tutmaya ve
namaz kilmaya devam etmenizi, daima sehvetten kaçinmanizi, halkin
eziyet ve cefasina dayanmanizi avam ve sefihlerle düsüp kalkmaktan uzak
bulunmanizi, kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanizi
vasiyet ederim. Hayirlisi, insanlara faydasi dokunandir. Sözün
hayirlisi da az ve öz olanidir. Hamd, yalniz tek olan Allah'a
mahsustur. Tevhid ehline selam olsun."



Seb-i Arus

irfan ve sevgi günesi Mevlana, 5 Cemaziye'l-ahir, 672 (17 Aralik 1273)
Pazar günü gurup vakti, bütün parlakligi ile, bütün güzellikleriyle
gülerek ebediyet aleminin asumanina dogdu. Mevleviler, o geceye Seb-i
Arus derler.



Hazret-i Mevlana'nin Cenaze Merasimi

Müslüman olan, müslüman olmayan, küçük büyük ne kadar Konyali varsa
hepsi, Mevlana'nin cenaze merasimine katildi. Müslümanlar, müslüman
olmayanlari sopa ve kilisla savmaya çalisarak onlar: "Bu merasimin
sizinle ne ilgisi vardir? Bu din sultani Mevlana bizimdir, bizim
imamimizdir" diyorlardi. Onlar da su cevabi veriyorlardi. "Biz Musa'nin
ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözlerinden anlayip ögrendik.
Kendi kitaplarimizda okudugumuz olgun peygamberlerin huy ve
hareketlerini onda gördük. Sizler nasil onun muhibbi ve müridi iseniz,
biz de onun muhibbiyiz. Mevlana Hazretleri'nin zati, insanlar üzerinde
parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler günesidir.
Günesi bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydinlanir. Mevlana
ekmek gibidir. Hiç kimse ekmege ihtiyaç duymamazlik edemez. Ekmekten
kaçan hiçbir aç gördünüz mü?



Hazret-i Mevlana'nin Cenaze Namazi

Mevlana'nin vasiyeti üzerine Seyh Sadreddin, Mevlana'nin namazini
kildirmak üzere niyetlendiginde dayanamayip bayginlik geçirdi. Bunun
üzerine namaza Kadi Siraceddin imamlik etti.



Hazret-i Mevlana'ya Yesil Kubbe

Mevlana'ya Yesil Kubbe denilen türbe, Sultan Veled ile Alameddin
Kayser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II. Giyaseddin
Keyhüsrev'in kizi) Gürcü Hatun'un yardimiyla Çelebi Hüsameddin
zamaninda yapildi. Türbenin mimari Tebrizli Bedreddin'dir. Selimoglu
Abdülvahid adli bir sanatkar da Mevlana'nin kabri üzerine, Selçuklu
oymaciliginin saheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka
yaptirmistir. Bu sanduka bu gün, Sultan"ül-Ulema Bahaeddin Veled'in
kabri üzerindedir.


Hazret-i Mevlana'nin Ölüme ve Mezara Bakisi

"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye basladi mi, bende bu cihanin gami
var, dünyadan ayrildigima tasalaniyorum sanma; bu çesit süpheye düsme,
bana aglama, yazik yazik deme. Seytanin tuzagina düsersem iste
hayiflanmanin sirasi o zamandir. Cenazemi görünce ayrilik ayrilik deme.
O vakit benim bulusma ve görüsme zamanimdir. Beni kabre indirip
birakinca, sakin elveda elveda deme; zira mezar cennetler toplulugunun
perdesidir. Batmayi gördün ya, dogmayi da seyret. Günese ve aya
batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür, ama o, dogmaktir.
Mezar hapis gibi görünür, ama o, canin kurtulusudur. Hangi tohum yere
ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda süpheye düsüyorsun? Hangi
kova kuyuya salindi da dolu dolu çikmadi? Can Yusuf'u ne diye kuyuda
feryad etsin?Bu tarafta agzini yumdun mu o tarafta aç. Zira senin
hayuhuyun, mekansizlik aleminin fezasindadir."



Hazret-i Mevlana'nin Ziyaretçilerine Seslenisi

"Kardes, mezarima defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamli durmak
yarasmaz. Hak Teala beni ask sarabindan yaratmistir. Ölsem, çürüsem
bile, ben yine o askim."

"Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz?
Bizim mezarimiz ariflerin gönüllerindedir."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Hz.Mevlana'nın Hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Mevlana'nın Hayatı   Hz.Mevlana'nın Hayatı I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 10:24 pm

Hazret-i Mevlânâ'nın Şahsiyeti:
Hazret-i Mevlânâ'nın Tasavvufî Yaşayışı ve Anlayışı

Dış Görünüşü:
Mevlânâ, sararmış yüzlü ve ince vücutlu idi.
Bu sararmış ve zayıf bünyesinde öyle bir nur ve heybet vardı; gözleri o kadar keskin ve çekici idi ki, kimse dikkatle bakamazdı.
Mevlânâ başına, bilginlere mahsus bir şekilde sarık sarar, taylasan
(sarıktan sarkan uç) bırakırdı. Sırtına da, bilginlerin giydikleri
gibi, bol geniş kollu bir hırka giyerdi.
Şems'in kaybolmasından kırk gün sonra, ömrünün sonuna kadar, beyaz
sarık yerine duman renkli bir sarık sardı ve Yemen ile Hint kumaşından
yaptırdığı fereci (göğsü açık uzun kollu cübbe) giydi.

Hazret-i Mevlânâ'nın Tasavvufu:
Mevlânâ'nın tasavvufu, hiç bir zaman bir bilgi sistemi yahut hayalî bir
idealizm değildir. Onun tasavvufu, irfan, tahakkuk, aşk ve cezbe
âleminde olgunlaşmadır.
Mevlânâ, dâima hayâtın gerçeklerini görür, hayâtın bütün gerçeklerini
kabul eder, ondan el etek çekmez. Miskinliği, hayattan el etek çekmeyi
reddeder; hayâtı, hayâtın içinde yaşatır. Onun dünyayı tarifi, bize,
onun tasavvufunu açıklar:
"Dünyâ nedir! Allah'dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadın; dünya değildir.
Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın mala, Peygamber, "Ne güzel mal" demiştir.
Suyun gemi içinde olması geminin helakidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır.
Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman Peygamber, ancak yoksul adını takındı.
Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz, bucaksız su üstünde yüzüp gitti.
İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, O denizin üstünde durur.
Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiç bir şey değildir."

Hazret-i Mevlânâ'nın Tasavvufunda Gaye:
Mevlânâ'nın tasavvufunda gaye, kulluk ve yokluktur. Dolayısıyla hakîkî padişahlık; gerçek varlık makamına erişmektir:
"Asıl o Allah mülk ve saltanat sahibidir, kendisine baş eğene bu
topraktan yaratılan dünya şöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce
saltanat ihsan eder.
Fakat, Allah huzurunda bir secde, sana ikiyüz devlet ve saltanattan daha hoş gelir.
Ben ne mal isterim, ne mülk; ne devlet isterim, ne saltanat. Bana o
secde devletini ihsan et, yeter diye ağlayıp sızlanmaya başlarsın."
"Senin taht dediğin şey, tahtadan yapılma tuzaktır. Konduğun yeri baş köşe sanmışsın ama, kapıda kalakalmışsın.
İğreti padişahlığı Allah'a ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakîkî bir padişahlık versin."
"Yok olmadıkça hiç kimseye yüce huzura varmaya yol yoktur."
"Kapıda dolaşan, Ben'den Biz'den dem vuran kapıdan sürülür, "Lâ" makamında dolaşıp durur."
"Kim benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir. "
"Yokluk küheylânı, ne de güzel bir buraktır. Yok olduysan seni varlık makamına götürür."

Hazret-i Mevlânâ'nın Tasavvufunda Aşk:
Mevlânâ'nın tasavvufunda, yaratılışın, hayâtın mânâsı aşktır. Aşk ise,
kimseye niyazı, ihtiyâcı olmayan Allah'ın vasıflarındandır. Ondan
başkasına âşık olmak da geçici bir hevestir. Yaratılışın sebebi, bütün
hastalıkların tabibi; böbürlenmenin, bencilliğin devası, elemlerin
merhemi ilâhî aşktır:
"Aşk, o şuledir ki, parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar," (86)
"Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyâcı olmayan Allah'ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olma, geçici bir hevestir," (87)
"Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtunumuz! Ey bizim Calinus'umuz'!
Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamaya başladı, çevikleşti.
Ey âşık! Aşk; Turun canı oldu. Tur sarhoş, Musa da düşüp bayılmışHz.Mevlana'nın Hayatı Nokta.
Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah onul" (88)

Hazret-i Mevlânâ'nın Tasavvufunda Esas:
Mevlânâ'nın tasavvufunda esas, gönül sahibine erişmek ve cevher olmaktır.
Nitekim şöyle buyurur:
"Allah ile oturup kakmak isteyen kişi, velîler huzurunda otursun.
Velîlerin huzurundan kesilirsen, helak oldun gitti. Çünkü sen, küllî olmayan bir cüzsün.
Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu, kimsiz, kimsesiz bir
hâle kor, o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider." (89)
"Velîlerin huzurundan uzaklaşman hakikatte Allah'dan uzaklaşırsın." (90)
"Mânâ ehliyle düş kalk ki, hem ata ve ihsan elde edesin, hem de fetâ (yiğit, cömert) olasın.
Bu cisimde mânâsız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.
Tahta kılıcı muharebeye götürme, âh u figâna düşmemek için önce bir kere muayene et;
Eğer tahtadansa, yürü başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel!
Elmas kılıç, velîlerin silâh deposundadır. Onları görmek size kimyadır.
Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: Bilen, âlemlere rahmettir.
Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.
Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.
Temizlerin muhabbetini tâ canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbetlere gönül verme.
Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma, güneşler var.
Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.
Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbâli bir ikbâl sahibinden öğren."(
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
 
Hz.Mevlana'nın Hayatı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Hz Ali'nin K.V.Hayatı
» Peygamberimizin ( s.a.v) Hayatı
» Hz. Muhammed (s.a.v)'in Hayatı
» Hz.Muhammed (S.A.V) Hayatı
» Hz.Hüseyin R.A.Hayatı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ravza Gülüm :: İslam-i Konular :: Hz.Mevlana ve Mesnevi Okumaları-
Buraya geçin: