Ravza Gülüm
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Empty
MesajKonu: Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri   Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 8:54 pm

1 Yoo, andolsun kıyàmet gününe.

2- Yoo andolsun, özünü eleştiren, kendini kınayan nefse.

3- İnsan, kemiklerini biraraya toplayamayız mı sanıyor?

4- Hayır, onun parmak uçlarını bile yeniden yapılandırmaya gücümüz yeter.

5- Aslında insan günahkârlığı önüne, geleceğine yaymak istiyor.

6- Bu yüzden "Kıyamet günü ne zaman?" diye soruyor.

7- Gözler korkudan fıldır fıldır döndükleri zaman,

8- Ay karardığı zaman,

9- Güneş ile ay biraraya getirildiği zaman,

10- İnsan o gün "Nereye kaçmalı? " der.

11- Hayır hayır! Sığınılacak bir yer yok.

12- O gün tek varılacak yer Rabbinin huzurudur.

13- O gün insanın gerek yapıp önünden gönderdiği, gerekse arkasında izleri kalan tüm işleri kendisine bildirilir.

14- Aslında insan kendi kendinin denetleyicisidir.

15- Birtakım mazeretler ileri sürse de.
Olumsuzluk edatının arkasından gelen bu pekiştirilmiş yeminler normal,
dolaysız yeminlerden daha etkili, daha uyarıcıdırlar. Zaten bu ifadenin
amacı da budur. Bu amaç Kur'an'ın başka bazı ayetlerinde de tekrarlanan
bu kendine özgü üslup aracılığı ile en güzel biçimde
gerçekleştiriliyor. Yeminlerin arkasından "kıyamet"in ve "özünü
eleştiren nefs"in mahiyeti açıklanıyor.
Surenin akışı içinde kıyamet konusu sık sık karşımıza çıkacaktır. Şimdi
"özünü eleştiren nefis" kavramını ele alalım. Elimizde klasik tefsir
bilginlerinin bu kavram hakkında yaptıkları çeşitli yorumlar ve
açıklamalar vardır.
Mesela Hasan-ı Basri bu konuda şu açıklamayı yapıyor: "VFizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allahi,
müminin her zaman özünü eleştirdiğini, nefsini kınadığını görürsün. `Şu
sözü ne amaçla söyledim? Şu lokmayı niçin yedim? içimden geçirdiğim şu
düşüncenin amacı neydi?' der sürekli olarak. Günahkâr kimse ise
tutturduğu yolda ilerler, özünü eleştirmek hiç aklına gelmez." Yine
Hasan-ı Basri başka bir açıklamasında "Kıyamet günü göktekilerden
(meleklerden) ve yeryüzündekilerden (insanlardan cinlerden) kendini
kınamayan bir tek kişi bile bulamazsın" diyor. İkrime bu kavramı
açıklarken "insan `keşke şöyle şöyle yapsaydım' diyerek kendini hem
iyilikleri konusunda hem kötülükleri konusunda kınar" diyor Said b.
Cübeyr de buna yakın bir açıklama yapıyor. Abdullah b. Abbas bu kavram
hakkında "Burada kendini kıyasıya eleştiren nefis kastedilmiştir.
`Kıyasıya eleştirmeyi `kötülemek, kınamak' anlamında algılamak gerekir"
diyor. Mücahid bu kavramı "Kaçırılan fırsatlar konusunda pişmanlık
duyarak özünü eleştiren nefis" biçiminde yorumluyor. Katade "Kendini
eleştiren nefisten maksat, günahkâr nefis'tir" diyor. ibn-i Cerir ise
aynı konuda şunları söylüyor: "Bütün bu görüşler anlamca birbirine
yakındırlar. Ayetten ilk bakışta anladığımıza göre bu kavram `iyilikler
konusunda da kötülükler konusunda da sahibini kınayan, kaçırılan
fırsatlar için pişmanlık duyan nefis' demektir."
Bize göre bu açıklamaların en doyurucusu, en tutarlısı Hasan-ı
Basri'nin açıklamasıdır. Bilindiği gibi o "sözünü kınayan nefis"
kavramını şöyle yorumlamıştı; "VFizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allahi,
müminin her zaman özünü eleştirdiğini, nefsini kınadığını görürsün. `Şu
sözü ne amaçla söyledim?' `Şu lokmayı niçin yedim?', `içimden
geçirdiğim şu düşüncenin amâcı nedir?' der sürekli olarak. Günahkâr
kimse ise tutturduğu yolda ilerler, özünü eleştirmek hiç aklına gelmez."
İşte Allah katında üstün ve değerli nefis bu özünü eleştiren, uyanık,
çekingen, sıkılgan, iç konuşmalarla kendini denetleyen, hesaba çeken,
çevresini gözetleyen, arzularının iç yüzünü belirlemeye özen gösteren,
kendi kendini aldatmaktan kaçınan nefistir. Yüce Allah'ın kıyamet günü
ile yanyana koyarak değer yüklediği nefis türü budur. Bunun karşı
kutbunda günaha batmış nefis yer Alır. Bu günah işlemekten kaçınmayan,
tutturduğu günahkârlık yolunda ısrarla ilerleyen, Allah'ın mesajını
yalanlayan, islam çağrısına sırt çeviren, çalım satarak yakınlarının
arasına dönen, kendini hesaba çekmeyen, kınamayan, eleştirmeyen,
umursamaz ve küstah nefistir.
Evet "Yoo, andolsun kıyamet gününe; yoo, andolsun özünü eleştiren,
kendini kınayan nefse" ki kıyamet günü mutlaka gerçekleşecektir.
Ayetlerin anlamı, aslında budur, ama nasıl yemin edilirken olumsuzluk
edatı ile söze başlayan dolaylı ifade biçimi tercih edilmiş ise üzerine
yemin edilen konu olan kıyamet gününün kesinliği de açık açık
söylenmeyerek belirsiz bırakılmıştır. Fakat Kıyamet gününün geleceği
gerçeği, bu uyarıcı girişin arkasından sanki yeni bir konuya
giriliyormuş gibi bağımsız bir biçimde gündeme getirilmiştir. Okuyalım:
"İnsan, kemiklerini biraraya toplayamayız mı sanıyor? Hayır, onun parmak uçlarını bile yeniden yapılandırmaya gücümüz yeter."
Yeniden diriliş gerçeği konusunda müşriklerin kafasını en çok
kurcalayan mesele yere gömülmüş, çürümüş, toprağa karışmış olan insan
kemiklerinin nasıl biraraya getirileceği idi. Bunun olabileceğini bir
türlü akılları almıyordu. Bu gün bile böyle bir şeyi imkansız sanan,
kafalarına sığdıramayan kimseler vardır. İşte Kur'an bu kuşkuyu,
çürümüş insan kemiklerinin biraraya getirilemeyeceğine ilişkin ön
yargıyı zihinlerden silmeye çalışıyor bu olayın meydana geleceğini
kesinlikle dile getirerek "Hayır, onun parmak uçlarını bile yeniden
yapılandırmaya gücümüz yeter" diyor.
Ayetin orjinalinde geçen "benan" sözcüğü "parmak uçları" anlamına
gelir. Ayet çürümüş kemikleri biraraya getirme işleminin kesinliğini,
bundan daha üst düzeyde, daha karmaşık bir işlemin gerçekleştirileceği
gerçeğine, yani parmak uçlarını yeniden yapılandırma, parçalarını
yerine koyup onları eski durumlarına getirme işleminin
gerçekleştirileceği gerçeğine bağlıyor. Bu kinayeli bir ifadedir.
Anlatmak istediği şudur: İnsan organizması, en küçük parçasına
varıncaya kadar eski bütünlüğü ile yeniden diriltilecektir; öyle ki,
parmak uçları bile eksik bırakılmayacaktır; ayrıca organizmanın hiçbir
parçasının yeri değiştirilmeyecek, düzenli biçimde yeniden
yapılandırılacak; küçük büyük hiçbir organ ne ihmal edilecek ve ne
biçim değişikliğine uğratılacaktır.
Burada bu pekiştirilmiş açıklama ile yetiniliyor. Surenin sonunda ilk
yaratılış gerçeğine ilişkin yeni bir kanıtla karşılaşacağız. Burada bu
pekiştirilmiş açıklamanın arkasından bir de yeniden dirilişe yönelik
kuşkunun insan kemiklerinin biraraya getirilemeyeceğine ilişkin ön
yargının psikolojik sebeplerine parmak basılıyor. Sebep şu: insanoğlu
kötülük yapmak istiyor, tutturduğu kötü yolda ilerlemek istiyor, kötü
yoldaki ilerleyişini hiçbir şeyin engellememesini istiyor, hesap verme
ve azaba çarptırılma gibi yaptırımlar önüne çıkmasın istiyor, bundan
dolayıdır ki, yeniden dirilmeyi, kıyamet gününü zayıf bir ihtimal
olarak görüyor. Okuyoruz:
"Aslında insan günahkârlığı önüne, geleceğine yaymak istiyor. Bu yüzden `kıyamet günü ne zaman?' diye soruyor."
Soruda uzun sesli bir soru edatı olan "eyyane" kullanılıyor. Bu da
soruyu soranın o günün geleceğine zayıf bir ihtimal gözü ile baktığını
kanıtlar. Bu soru biçimi ile insanın kötülük yapmaya ve günahkârlığı
sürdürmeye ilişkin arzusu arasında sıkı bir bağlantı vardır. Bu insan
kötü yolunda dolu-dizgin ilerlerken önüne yeniden dirilme ve ahiret
hayaleti dikilsin istemiyor. Ahiret, kötülüğe düşkün nefsin dizgini,
günah tutkunu kalbin engelidir. Bu yüzden günahkârlığı sürdürmek
isteyen insan bu engele yolundan kaldırmaya, bu dizginden kurtulmaya
kalkıyor. Amacı hesaplaşma günü endişesi taşımadan kötülük ve günah
işlemeye devam etmektir.
Böyle olduğu içindir ki, kıyamet günü ile alay eden, onun geleceğini
zayıf bir ihtimal olarak gören bu soruya hemen ve bekletmeden, şimşek
hızı ile cevap veriliyor. Bu hızlılık ve çabukluk hem kullanılan
sözcüklerin ses yapılarına hem de ifadenin mesaj özelliğine yansıyor.
Çünkü soruya bir kıyamet sahnesi ile cevap veriliyor ve sahnede duyu
organları, duygular ve evrensel görüntüler birlikte karşımıza
getiriliyor. Okuyalım:
"Gözler korkudan fıldır fıldır döndükleri zaman, Ay karardığı zaman,
Güneş ile ay biraraya getirildiği zaman, İnsan o gün `Nereye kaçmalı?'
der."
O gün gözler seğirir, yuvalarında şimşek hızı ile bir o yana, bir bu
yana dönerler. Ay kararır, ışığı kaybolur. Daha önce ayrı ayrı
yörüngelerde dönen güneş ile ay biraraya gelir. Böylece gök
cisimlerinin o eşsiz ve ince düzeni bozulmuş olur. Bu korku ve panik
içinde paniğe tutulan insan "Nereye kaçmalı?" diye sorar. Bu soru, onun
duyduğu dehşetin ve korkunun boyutlarını ortaya koyar. Sanki her yanına
bakıyor ve sonunda önünün kapalı olduğunu, kapana sıkıştırıldığını
görüyor gibi bir imaj canlanıyor bu soruda.
O gün bir sığınak, bir koruyan bulunamaz. Yüce Allah'ın ezici
pençesinden ve yakaya yapışmasından kurtuluş yoktur. Dönülecek,
durulacak tek yer O'nun huzurudur, başka bir varılacak konaklanacak yer
bulunamaz. Okuyalım:
Hayır hayır! Sığınılacak bir yer yok.
O gün tek varılacak yer Rabbinin huzurudur."
İnsan dünyada hiç hesaba çekilmeden, davranışlarına uygun karşılıklar
biçilmeden günah işlemeye devam etmek isterdi ya. O gün bu arzuya yer
yok. Tersine o gün yaptıklarının bir bir hesabını verecek, unuttuğu
davranışları kendisine tattırılacak; yaptıkları kendisine
hatırlatıldıktan, hatta bunlar önüne getirildikten sonra onların
sorumlulukları ile yüzyüze getirilecektir. Okuyalım:
"O gün insanın gerek yapıp önünden gönderdiği, gerekse arkasında izleri kalan tüm işleri kendisine bildirilir: '
Yani insanın hem ölmeden önce işlediği bütün davranışlar, hem de bu
davranışların öldükten sonra geride kalan izleri -iyilik olsun, kötülük
olsun- kendisine bildirilir. Dünyada iz bırakan bazı davranış türleri
vardır ki, bunlar hesaplaşma işleminin sonunda sahiplerinin puan
hanelerine eklenirler.
Bu sırada insan davranışlarına çeşitli mazeretler, çeşitli bahaneler
gösterebilir. Fakat bu mazeretlere kulak asılmaz. Çünkü insan ile nefsi
arasında sıkı bir sorumluluk bağı öngörülmüştür. insan, nefsini iyiliğe
iletmekle, bu yolda ona rehberlik etmekle yükümlüdür. Madem ki, bunun
tersini yaparak onu kötülüğe sürüklemiştir, şimdi onun yükünü
taşıyacak, hatta onun aleyhine tanıklık yapacaktır. Okuyalım:
"Aslında insan kendi kendisinin denetleyicisidir. Birtakım mazeretler ileri sürse de."
O güne ilişkin her şeyin hızlılığı ve kısalığı gözümüzden kaçmıyor.
Ayetler, duraklar, müziğin havası ve ritmi, gözlerimizin önünde
yıldırım hızı ile akıp giden görüntüler, hatta hesaplaşma işlemi bile
son derece çabuk ve kısadır; "O gün insanın gerek yapıp önünden
gönderdiği, gerekse arkasında izleri kalan tüm işleri kendisine
bildirilir." İşte böyle, son derece çabuk ve özet olarak. Bu çabukluk
yaşama sürelerini uzun bularak yapay bir sabırsızlık gösteren ve
aslında hesaplaşma gününü hafife alan kâfirlerin tutumlarına uygun
düşen bir karşılıktır.
Bunun arkasından Peygamberimize vahiy ve Kur'an'ı algılama konusunda
özel direktif niteliğindeki dört ayete sıra geliyor. Okuyalım:

16- Ey Muhammed, Cebrail sana Kur'an'ı okurken, acele edip onun söylediklerini tekrarlama.

17- Bu Kur'an'ı senin hafızanda toplamak ve sana okumak bize düşen bir iştir.

18- Sana onu okuduğumuzda, onun okunuşunu izle.

19- Sonra onu sana açıklamak da bize düşen bir iştir.
Surenin
girişinde bu ayetler hakkında söylediklerimize şimdi şunları eklemek
istiyoruz. Bu ayetlerin vicdanlara aşıladıkları mesaja göre Kur'an'ın
işi vahiy, koruma, toplama ve açıklama bakımından bütünüyle yüce
Allah'a bağlanıyor O konuda Peygamberimize sadece onu taşıyıp insanlara
duyurmak düşüyor. Bu ayetlerde dikkatimizi çeken bir diğer nokta da
Peygamberimizin kendisine indirilen vahyi kavrama konusunda ne kadar
titiz davrandığı, bu görevini ne kadar ciddiye aldığı ve kendisine
sunulan sözlerin bir cümlesini, hatta bir kelimesini unutmaktan ne
kadar büyük bir korku duyduğudur. İşte bu korkunun dürtüsü ile
kendisine Kur'an okuyan Cebrail'i ayet ayet, kelime kelime izliyor,
böylece ilahi mesajın hiçbir sözcüğünü kaçırmadığından emin olmak
istiyor, sonraki ezberinin eksizliğini güvenceye almaya çalışıyor.
Bu olayın elimizdeki Kur'an'da yerini alarak "Tescil" edilmesi gerek
şimdi burada, gerekse daha önce surenin girişinde değindiğimiz
mesajların kökleştirilmesi bakımından son derece önemlidir.

İNSAN FITRATI
Daha
sonraki ayetlerde kıyamet sahnelerinin sunulmasına ve orada "kendini
kınayan nefs"in başına geleceklerin anlatılmasına devam ediliyor.
insanlara nefislerinin iç yüzü tanıtılıyor, orada egemen olan dünya
sevgisine, dünyaya dalıp ahireti gözardı etme, ya da yeterince
umursamamaya parmak basılıyor. Bu gafletin arkasından insanların
ahirette nasıl bir durumla karşılaşacakları, orada başlarına nelerin
geleceği vurgulanıyor. Bu durum canlı, güçlü mesajlı ve derin etkili
bir sahnede gözler önüne seriliyor. Okuyoruz:


20- Hayır hayır! Ey insanlar, sizler şu kısa süreli dünyayı seviyorsunuz.

21- Ahireti gözardı ediyorsunuz.

22- O gün birtakım yüzler ışıl ışıl parlar.

23- Onlar Rabblerine bakar.

24- O gün birtakım suratlar da asıktır.

25- Bel kırıcı bir belaya uğrayacakları kaygısını taşırlar.
Bu
ayetlerde sözcük ve anlam arası uyum açısından dikkatimizi ilk çeken
özellik dünya "acile" diye adlandırılmasıdır. Bu sözcük arz harfli
oluşu yüzün-den dünya hayatının kısalığını ve çabuk gelip geçtiğini
anlatmasının yanısıra -ki burada verilmek istenen asıl mesaj budur- bu
sözcükle daha önce sunulan ahiret tablosu arasında, ayrıca yine bu
sözcük ile yüce Allah'ın, Peygamberimize yönelik "Ey Muhammed, Cebrail
sana Kur'an'ı okurken acele edip onun söylediklerini tekrarlama, bu
amaçla dilini hareket ettirme" biçimindeki buyruk arasında uyum vardır.
Çünkü bu buyrukta yeralan "hareket ettirme" ve "acele etme" kavramları
dünya hayatında insanın özelliğini simgeleyen başlıca eylemlerdir. Bu
çağrışım Kur'an'ın, hızlı akışı içinde gözardı etmediği ince ve anlamlı
bir uyumdur.
Daha sonra gözlerimizin önünde eşsiz bir tablo canlandırılıyor. Şimdi bu tablo ile başbaşa kalalım:


"O gün birtakım yüzler ışıl ışıl parıldar. Onlar Rabblerine bakarlar."
Bu ayetlerde sözcüklerin anlatamayacağı ve aklın mahiyetini
kavrayamaya-cağı bir duruma hızlı bir şekilde işaret ediliyor. Bu hal,
mutlu cennetliklerin kendilerine vaadedilen benzersiz bir mutluluğa
hazırlandıkları andır. Bu mutluluk karşısında içerdiği bütün nimet
türleri ile cennet bile sönük kalır.
İşte ışıl ışıl parıldayan yüzler. Bu parıltıyı Rabblerine bakmaktan
alıyorlar. Rabblerine, ha! Bu ne yüksek düzeyli bir mertebe! Bu ne
erişilmez bir mutluluk!
İnsan ruhu zaman zaman yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
yaratma sanatının evrende ya da insanın kendisinde beliren bir
pırıltısının göz kırpmasının hazzını yaşar. Bu parıltı kimi zaman
mehtaplı bir gecede, kimi zaman zifiri karanlıklarda, kimi zaman ışıyan
tanyerinde, kimi zaman uzayıp giden gölgede, kimi zaman dalgalı
denizde, kimi zaman engin çöller ortasında, kimi zaman gönül okşayan
bir bahçede, kimi zaman iç açıcı bir tomurcukta, kimi zaman soylu bir
kalpte, kimi zaman güven yüklü bir inançta, kimi zaman onurlu bir
sabırda, kimi zaman da başka bir varlık kesitinde insana göz kırparda
kalbi neşeye boğar, gönlü mutlulukla doldurup taşırır, ruha ışıktan
kanatlar takarak onun engin ve özgür alemlerde süzülmesini sağlar. O
anda hayatın dikenleri, acıları, çirkinlikleri, toprağın çekimi, etin
ve kanın ağırlığı, arzuların ve ihtirasların çatışmaları yokoluverir.
Peki, eğer insan yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın sanatının pırıltılı bir örneğine değil de doğrudan doğruya yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın kendi "cemal"ine bakarsa durum nice olur?! Hey, bu öyle bir makamdır ki, önce yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
lütfuna, sonra da O'nun vereceği dayanma gücüne muhtaçtır. Çünkü bu
dayanma gücü olacak ki, insan kendine hakim olabilsin, böyle bir şok
karşısında kendini kaybetmesin de bu tarife sığmaz ve akıl tarafından
özü kavranmaz mutluluğun tadını duyabilsin. Evet;
"O gün birtakım yüzler ışıl ışıl parıldar."
Nasıl parıldamasınlar ki, mutlu gözler, doğrudan doğruya Rabblerinin "Cemal"ine bakıyorlar.
İnsan, yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
yeryüzündeki bir sanat eseri ile, mesela göz kamaştırıcı bir
tomurcukla, gönül okşayıcı bir çiçekle, süzülen bir kuş kanadı ile
soylu bir insan ruhu ile, onurlu bir davranışla göz göze gelince mutlu
olur, bu mutluluk kalbinden taşarak yüz hatlarına yansır, çehresinde
parlaklık ve gülümseme belirir. Peki, bir de bu insanın güzelliğin
uyandıracağı mutluluğu gölgeleyebilecek bütün engellerden arınmış
olarak doğrudan doğruya yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
"Cemal'ine baktığını düşünelim. Acaba o zaman durum nasıl olur? insan
varlığı, normal olarak böylesine yüce bir mertebeye eremez. Erebilmesi
için bu hayale sığmaz doruğa yükselmesini önleyebilecek her türlü
engelden, her türlü gölgeden kurtulmuş olması gerekir. Sadece çevresini
saran dış engellerden ve gölgelerden kurtulmuş olması yetmez. Bunun
yanısıra özünde varolabilecek Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'a bakma dışındaki bütün gereksinimlerden ve eksiklik duygularından da arınmış olmalıdır.
Peki, insan yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
"Cemal"ini nasıl, hangi organı ile ve hangi yöntemle görür? bunlar bu
ayetin sunduğu sevinçle, coşku ile, mutlulukla, kabına sığmaz
uçarılıkla, özgürlükle ve heyecanla iletişim kuran mümin bir kalbi hiç
ilgilendirmeyen boş sözler, anlamsız tartışmalardır.
Niye bazı insanlar, ruhlarını bu sevinç ve mutluluk kaynağı nurla
öpüşmek-ten yoksun bırakarak, alışılmış kavramlara bağımlı insan aklı
aracılığı ile kavranması mümkün olmayan bu sınırsız gerçeği tartışma
konusu yaparlar? insan varlığının o gün böyle bir sınırsız gerçeğin
doruğuna tırmanmasının beklenebilmesi için toprak kaynaklı ve sınırlı
yapısının kayıtlarından arınması gerekir. Bu arınmada olmaksızın böyle
bir yüzleşmenin gerçekleşmesini umması bir yana, onun hayalini bile
kafasında canlandıramaz.
Buna göre cennette yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
görülüp görülemeyeceğine ilişkin gerek mutezile mezhebinin, gerek ehl-i
sünnet karşıtlarının ve gerekse kelâm bilginlerinin giriştikleri uzun
ve bıktırıcı tartışmalar boş ve anlamsızdır.
Bu tartışmanın tarafları bu büyük gerçeği yeryüzü kaynaklı kriterle
değerlendiriyorlar, yeryüzü çekimli kavramlara bağımlı aklın baskısı
altındaki insandan sözediyorlar, bu sınırsız gerçeği sınırlı kavrama
güçlerinin kapasitesine sığdırmaya çalışıyorlar.
Kullandığımız sözcüklerin anlamları bile aklımızın sınırlı kavrama
kapasitesine ve hayal ufkumuzun sınırlarına bağlıdır. Sözcükler
kafanızdaki kavramların bağımlılığından kurtulup özgürleşince
nitelikleri değişir. Sözcükler, anlam kapasiteleri insan kafasındaki
kavramlara bağlı olarak değişen birer sembolden başka birşey
değildirler. Eğer insanın kavrama kapasitesi değişirse bu kapasite ile
birlikte kafasındaki kavram birikimi de değişir. O zaman bu değişimin
doğal bir sonucu olarak sözcüklerin anlamları da değişir. Bizler
yeryüzünde düşünme kapasitemizin elverdiği oranda bu semboller
aracılığı ile düşünür, iletişim kurarız. O halde kelimelerinin
anlamlarını bile değişmez bir zemine oturtamadığımız sınırsız bir
gerçeği nasıl tartışma konusu yapabiliriz?
Buna göre sırf bu gerçeği hayal etmemizin sağladığı uçsuz-bucaksız
mutluluğu ve kutsal sevinci beklemeye koyulalım. Ruhlarımız bu
beklentinin coşkunluğu ile meşgul olsun. Çünkü bu beklenti başlıbaşına
öyle büyük bir nimettir ki, ancak doğrudan doğruya yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ı görme nimeti onun üzerine çıkabilir. Devam edelim:
"O gün birtakım suratlar da asıktır.
Bel kırıcı bir belaya uğrayacakları kanısını taşırlar."
Bu yüzler kara, asık ve mutsuzdurlar. Yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah
görmekten, hatta böyle bir umudu taşımaktan uzaktırlar. Sebep
günahları, geriye doğru gitmeleri, kirlilikleri ve körelmişlikleridir.
Bu yüzden bel bükücü, omurgayı kırıcı bir felâkete uğramanın beklentisi
içinde endişeli, hüzünlü, karamsar ve gergin mimiklidirler.
Suratlarının, somurtuk ifadelerinin, gergin çizgilerinin ve kırışık
alınlarının kaynağı bu kaygılı bekleyiştir.
Çünkü onlar bu ahireti gözardı ediyorlar, umursamıyorlar. Sadece geçici
dünyaya önem veriyorlar, sırf onu seviyorlar. Oysa önlerinde "o gün"
vardır. O gün akıbetlerin değişeceği gibi yüzler de farklı olacaktır.
Bu fark öylesine büyük olacak ki, kimi yüzler Rabblerine bakarken ışıl
ışıl parıldarken kimi çehreler de bel kırıcı bir felakete uğramanın
kaygılı beklentisi içinde asık ve gergin olacaklardır.

ÖLÜM

Yukardaki ayetlerde çarpıcı kıyamet sahneleri ile yüzyüze geldik. Bu
sahnelerde gözlerin yuvalarında fıldır fıldır döndüğünü, ayın
karardığını, ay ile güneşin üstüste kapaklandıklarını, o gün
insanoğlunun "nereye kaçmalı?" diye sormasına rağmen kaçacak bir delik
bulamadığını, birbirinden alabildiğine farklı akıbetlerin ve çehrelerin
ortaya çıktığını, Rabblerine bakarken ışıl ışıl parıldayan yüzler
yanında, ağır ve bel kırıcı bir felaketle karşılaşmanın kaygılı
beklentisi içinde asık ve donuk çehrelerin ortalıkta dolaştığını gördük.
Bu sahnelerin duygulara yönelik etkileyici gücü içerdikleri gerçeğin
gücünün yanısıra Kur'an'ın somut ve canlı üslubundan kaynaklanmıştı.
Sure, bu sahnelerin ardından başka bir sahne sunuyor. Dinleyicilerin
sanki elleri ile dokunabilecekleri biçimde somut olan bu sahne
yeryüzünde her an tekrarlandığı için gücünü, ağırlığını ve
belirginliğini herkese hissettiren bir olguyu gözler önüne seriyor.
Sahne ölüm sahnesidir. Her canlının son durağı olan ölüm. Hiçbir
canlının ne kendi başından ne de başkalarının başlarından savamayacağı
ölüm. Sevgilileri birbirinden ayıran, duraklamadan, sağa-sola bakmadan
yoluna devam eden; yaşlıların çığlıklarına, ayrı düşenlerin
yakınmalarına, sevenlerin sevgilerine ve korkanların korkularına kulak
vermeyen ölüm. Sıradan zavallıları yere serdiği kolaylıkla zorbaları da
yere seren, ezilenlere pençe attığı şiddetle ezenlere de pençe atabilen
ölüm. İnsanların karşısında hiçbir kurtuluş çaresi bulamadıkları, buna
rağmen ezici gücüne karşı önlem almadıkları ölüm. Okuyoruz:



26- Hayır hayır, can köprücük kemiğine dayandığı zaman.


27- "Bu hastayı iyileştirecek biri yok mu?" diye sorarlar.



28- Adam, ayrılma zamanının geldiğini anlar.


29- Çırpınırken ayakları birbirine dolaşır.



30- O gün Rabbine doğru yolculuk vardır.

Bu sahne can çekişmesi sahnesidir. Ayet bu sahneyi somut biçimde
okuyucuların gözleri önüne seriyor. Sanki olay şu anda oluyormuş, sanki
ruh, sözcükler arasından fırlayarak hareket ediyormuş gibi bir izlenim
bırakıyor. Tıpkı fırça darbeleri altında tablonun hatlarının belirmesi
gibi. Evet;
"Hayır hayır, can köprücük kemiğine dayandığı zaman: '
Can köprücük
kemiğine dayanınca son nefes verilmek üzere demektir. Bu sahne, ölüm
adayı için koma sahnesi, gözleri faltaşı gibi açtıran çırpınma
sahnesidir. O sırada ölüm adayının çevresini saran yakınları çırpınan
ruhun ızdırabını dindirmek için çare, son umutla bir çıkar yol aramaya
koyulurlar. İşte;
"Bu hastayı iyileştirecek var mı?' diye sorarlar."
Ölüm adayı son nefes savaşının ve koma halinin çırpıntılarını yaşıyor. Öyle ki;
"Çırpınırken ayakları birbirine dolaşır."
Artık çare yok. Hiç bir kurtuluş ümidi kalmadı. Son aşamada her
canlının çıkacağı yolculuğun son yolu belirmiştir artık. Okuyoruz:
"O gün Rabbine doğru yolculuk vardır."
Sahne harekete geçecek ve konuşacak kadar canlıdır. Her ayet bir başka
hareketi somutlaştırıyor. Her cümle, tabloya yeni bir çizgi katıyor.
Böylece can çekişme anı donduruluyor; onunla birlikte yaş, şaşkınlık,
çaresizlik, çığlıklar ve acı gerçekle yüzyüze gelmişlik de
somutlaşıyor. Öyle bir acı ve buruk gerçek ki, baştan savılması, geriye
çevrilmesi sözkonusu bile değil. Sonra kaçınılmaz son ile yüzyüze
geliniyor. Evet;
"O gün Rabbine doğru yolculuk vardır."
Bu buruk sahnenin perdesi ansızın iniveriyor. Ama gözlerde görüntüsü,
duyu organlarında sarsıcı etkisi, çevredeki havada tüyler ürpertici
suskunluğu vardır. Bu ciddi, gerçeği yansıtıcı, çırpıntılı ve acıklı
sahneyi gerçeği yalanlayanların, umursamazların sahnesi izliyor. Bu
adamlar ölüm ve sonrası için hiçbir hazırlık yapmazlar. Tersine günah
ve yüz çevirme biriktirirler. Zamanlarını oyunla, eğlence ile
öldürürler. Üstelik bu günahkâr ve gerçeğe yüz çevirici tutumları ile
çalım satarlar. Okuyoruz:



31- Adam ne inandı, ne namaz kıldı.


32- Tersine inkâr etti ve sırt çevirdi.



33- Sonra çalım satarak ailesinin yanına döndü.

Elimizdeki bilgilere göre bu ayetlerde belirli bir kişi kasdedilmiştir.
Söylendiğine göre bu kişi "Ebu Cehil" lâkabı ile tanınan Amr b.
Hişam'dır. Mekkeli müşriklerin bu azılı elebaşısı zaman zaman
Peygamberimizin yanına giderek O'nun okuduğu Kur'an'ı dinler, sonra
çekip giderdi. Ne iman eder, ne gerçeğe boyun eğmeye yanaşır, ne
haddini bilir, ne Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'tan korkardı. Tersine Peygamberimize ağır sözlerle sataşır, insanların Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
yoluna girmesine engel olurdu. Sonra da iyi bir iş yapmış gibi çalım
satarak, yaptığı kötülüklerle övünerek yakınlarının yanına koşardı.
Ayetler adamı alaya Alıyor, kendisi ile gırgır geçiyorlar. Durumu
gerçekten komiktir. Çalım satışı, omuz kabartma, çirkin ve abartılı bir
hava atma pozu ile tasvir ediliyor.
Aslında Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'a
çağrı tarihi boyunca nice Ebu Cehiller görülmüştür. Bunlar gerçeği
işitirler, fakat bu sese yüz çevirirler. Son derece maharetle insanları
Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah
yolundan alıkoyarlar, dava adamlarına eziyet ederler, kalleşçe tuzaklar
kurarlar ve gerçeğe sırt çevirirler. Böyle yaparken kalleşlikleri ile,
puştlukları ile, kötülükleri ile, bozgunculukları ile, insanları Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah yoluna girmekten alıkoyan zorbalıkları ile, yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın dini ve inanç sistemi önünde kurdukları tuzaklar ile övünürler.
İşte okuduğumuz ayetler bu burnu büyük bozguncuların şımarıklıklarına şu sert bir tehditle karşılık veriyor:

34- Vay başına geleceklere!


35- Yine vay başına geleceklere!


Bu ifade tehdit ve yıldırma içerikli bir halk deyimidir. Nitekim bir
defasında Peygamberimiz, Ebu Cehil'i gırtlağından tutup sarsarak
kendisine "Vay başına geleceklere! Yine vay başına geleceklere!" dedi.
O Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın düşmanı ise Peygamberimize "VFizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allahi, ne sen ve ne de senin Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
bana hiçbir şey yapamazsınız. Ben şu iki dağ arasında yürüyenlerin en
büyüğüyüm" diye karşılık vermişti. Peki sonra ne oldu? Yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah, Bedir savaşında Peygamberimize ve güçlü, ezici, yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'a inananların eli ile bu şımarık zorbayı yakalayıp tepeleyiverdi. Daha önce de Firavun, soydaşlarına şöyle demişti:
"Ey ileri gelen soydaşlarım, sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum."(Kassas 30)
"Mısır ülkesinin egemenliği ve şu ayaklarımın altından akan nehirler benim değil mi?"(Zuhruf 51)
Fakat yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah, sonunda onu da yakalayıp tepeledi.
Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'a yönelik çağrı tarihi boyunca soyunun kalabalıklığı ile, kaba gücü ile ve saltanatı ile övünen, bunları birşey sanarak yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ı ve O'nun zalimleri kıskıvrak yakalayan güçlü elini unutan nice Firavunlar görülmüştür. Sonunda Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah
sivrisinek, karasinek önemsizliği ile onları tutup haklayıvermiştir.
Evet, ne diyorduk. insanın bu son anı, daha önce bildirilen "ecel"
anıdır. O an ne önceye alınabilir ve ne de ertelenebilir.

İNSAN BAŞIBOŞ BIRAKILACAĞINI MI SANIYOR?

Surenin sonunda kalplere, insan hayatının pratiğini köklü biçimde
etkileyen başka bir gerçeğin fiskesi ile dokunuluyor. Bu gerçek yüce Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah'ın
insan hayatını önceden tasarladığını ayrıntılı bir plâna bağladığını
gösterdiği gibi kafirlerin şiddetle inkar ettikleri yeniden dirilişe de
kanıt oluşturur. Fakat ne bu gerçek ile yüzyüze gelmekten kaçabilirler
ve ne de onun kanıtlayıcı fonksiyonunu, anlamını gözardı edebilirler.
Okuyalım:



36- İnsanoğlu, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?


37- O fışkıran meniden oluşmuş bir sperma değil miydi?



38- Sonra embriyoya dönüştü, sonra Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah onu yaratıp biçimlendirdi.


39- Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetti.


40- Bunları yapan Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah, ölüleri diriltemez mi?


Derin anlamlı mesajlarla yüklü olan bu son kesit, Kur'an'ın o günkü ilk
muhataplarının akıllarının ucundan bile geçmeyen birkaç köklü anlamlı
gerçeğe dikkatimizi çeker. Bu gerçeklerin ilki, insan hayatının önceden
tasarlandığı, kesin bir plana bağlı olduğu gerçeğidir. Okuyoruz:
"İnsanoğlu, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?"
Kur'an'ın o ilk muhataplarının anlayışlarına göre hayat, sebebi, amacı
ve ideali olmayan birtakım hareketler zinciri idi. insanlar rahimler
tarafından dışarıya atılıyorlar ve mezarlar tarafından yutuluyorlardı.
Bu iki aşamanın arası oyundan, eğlenceden, süsten-gösterişten, övünme
yarışından, hayvana özgü kısa vadeli zevklerden ibaretti. Tüm evrene
egemen olan bir yasalar sistemi varmış, bu yasaların gerisinde bir amaç
ve o amacın gerisinde de bir hikmet yatıyormuş. İnsan bu hayata belirli
bir plân uyarınca gelmişmiş. Bu hayat bir hesaplaşma ve ödül-ceza
işlemi ile noktalanacakmış, insan şu yeryüzündeki serüveni, sözkonusu
hesaplaşma ve ödül-ceza aşamasında sonuçlanacak bir sınav sürecinden
ibaretmiş. Bütün bu ayrıntılı ve birbirine bağlı düşünceler ve bu
düşüncelerin gerisindeki güçlü, plânlayıcı, hikmet sahibi, herşeyi bir
ön-tasarıya göre yapan ve herşeyi belirli bir sonuca ulaştıran ve "Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah" bilinci o günkü insanların zihniyetlerine ve kafa yapılarına uzak ve yabancı kavramlardı.
İnsanı hayvandan ayıran özellik, insanın olaylara, zamana ve amaçlara
bağlılık bilinci, gerek kendi soyunun ve gerekse çevresindeki tüm
varlıkların bir amacı, bir maksadı yolundaki misyonudur. Bunlar da
yetmez. insanın, insan sayılabilmesi için bu bilince ve ufuk
genişliğine bağlı olarak insanlık merdivenlerinin basamaklarında
sürekli bir tempo ile yükselmelidir, evrende işleyen yasal sistemin
varlığına ilişkin duyarlı bir düşünce taşımalıdır, olaylar ve nesneler
ile bu yasalar arasındaki sıkı bağı farketmelidir. Ömrünü birbirinden
kopuk olaylar ve zaman dilimleri biçiminde algılayarak yaşamamalıdır.
Zaman, yer, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasında kafasında bağ
olmalıdır. Sonra bütün bunlar ile evren bütünü ve onun yasaları
arasında bağ kurmalıdır. Son aşama da bu saydıklarımızın bütünü ile
yoktan var edici, planlayıcısı, hiçbir şeyi boşuna yaratmayan,
yarattıklarını başıboş bırakmayan yüce irade arasında bağ kurmalıdır.
Kur'an'ın sağladığı ufuk genişliği sayesinde o eski çağda insanların
kaydettikleri bu düşünce aşaması, o günün yaygın düşünceleri ile
karşılaştırma yaptığımız takdirde müthiş bir aşamadır. Bu aşama
insanlığın tanıdığı, evrene ilişkin klâsik ve modern felsefelere göre
bu gün de müthiş bir transformasyon olma özelliğini halâ korumaktadır.
"İnsanoğlu başıboş bırakılacağını mı sanıyor?"
Kur'an'ın bu yoldà insan kalbine yönelttiği dokunuşlardan biridir.
Amacı insanın sağına-soluna dikkatli bakarak kendi varlığını tüm evrene
ve evren bütününü planlayan yüce iradeye bağlayan bağların, irtibat
kanallarının, hedeflerin, amaçların, gerekçelerin ve sebeplerin farkına
varmasını sağlamaktır.
Bu ayetin arkasından insanın başıboş bırakılmayacağını kanıtlayan somut
ve yalın bir gerçeğe ışık tutuluyor. Sade ve duru bir dille anlatılan
bu somut gerçek insanın ilk yaratılış gerçeğidir. Okuyalım:
"O, fışkıran meniden oluşmuş bir sperma değil miydi?
Sonra embriyoya dönüştü, sonra Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah onu yaratıp biçimlendirdi. Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetti."
Şu "insan" denen varlık nedir? Neden yaratıldı? Başta nasıl bir şeydi?
Sonra nasıl oluştu? Dünyaya gözünü açıncaya kadar ki büyük yolculuğunu
nasıl geçirdi? O ilk defa tamla su, fışkırtılan, ana rahmine atılan bir
meni damlası değilmiydi? Bu meni damlacığı, küçücük tek bir hücreden
ana rahminde kendine özgü konumdaki bir embriyoya dönüşmedi mi? Rahmin
çeperlerine asılarak yaşayan ve besinini sağlayan bir embriyo aşamasına
geçmedi mi? Bu hareketi ona kim ilham etti? Ona bu gücü kim verdi? Onu
bu yöne kim yöneltti?
Daha sonra kim onu dengeli yapılı, uyumlu organlı, ilk başta yumurtalı
bir tek hücreden ibaretken milyarlarca hücreden oluşmuş organizmalı
aşamaya geçirdi? insan yavrusunun tek hücre aşamasından biçimlenmiş
"cenin" aşamasına varıncaya kadar aldığı mesafe ve yolculuğunun cenin
aşamasında geçirdiği değişmeler doğumundan ölümüne kadar yaşadığı
olayların tümünden ve aştığı mesafelerin toplamından daha uzun ve daha
geniş çaplıdır. bu uzun yolculukta kim ona rehberlik etti? Çünkü o
küçücük ve güçsüz bir yaratıktır. Ne aklı ne kavrama yeteneği ve ne de
deneyimi vardı.
O tek hücreden son aşamada erkek ile dişiyi kim türetti? Hangi irade bu
hücreye dişi olmasını empoze ederken, şu hücreye erkek olmasını empoze
etti? Yoksa biri bu işe el attı da ana rahminin karanlıkları içinde bu
hücreleri bu yolda tercih yapmaya mı iletti?
Bunları düşünürken plânlayıcı, fakat fark edilmez bir elin varlığını
kabul etmek kaçınılmaz olur. İşte bu farkedilmez el, ana rahmine
atılmış meni damlacığına uzun yolculuğunda rehberlik etmiş ve sonunda
onu belirttiğimiz aşamaya erdirmiştir; yani "Sonra ondan erkek ve dişi
çiftler türetmiştir: '
Kendini insana ister-istemez kabul ettiren bu gerçeği, surenin işlediği
gerçeğin bir çoğunu içeren şu geniş kapsamlı mesaj izliyor. Okuyoruz:
"Bunları yapan Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri Allah, ölüleri diriltemez mi?"
Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O'nu. O ölüleri
diriltebilir. Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O'nu. O
yeniden dirilişi gerçekleştirecek güce sahiptir.
Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O'nu. Kendini
ister-istemez kabul ettiren bu gerçek karşısında insanın yapabileceği
tek şey titreyip aklını başına toplamaktır.
İşte sure bu kesin, bu net, bu derin etkili, bu güçlü, bu insan
kafaları insan varoluşu ve bu varoluşun gerisindeki ilahi plân ve
tasarı bilinci ile doldurup taşıran mesajla noktalanıyor.


















Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
 
Fizilalil Kuran Kıyamet Suresi Tefsiri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Fizilalil Kuran Müzzemmil Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran Mülk Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran Talak Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran İnfitar Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran Tahrim Suresi Tefsiri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ravza Gülüm :: Rehberimiz Kur'ani Kerim :: Tefsir-
Buraya geçin: