Ravza Gülüm
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Empty
MesajKonu: Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri   Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 9:03 pm

1-Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed!


2-Kalk da uyar.


3- Rabbinin büyüklüğünü dile getir.


4-Elbiselerini temizle.


5- Çirkin davranışlardan uzak dur.


6- Yaptığın iyiliği çok görüp başa kakma.


7- Rabbin için sabret.


Sure, Peygamberimizi ağır ve son derece önemli bir görevi üstlenmeye
çağıran yüce bir sesleniş ile söze giriyor. Bu görev insanlığı uyarma,
onu dünyada kötülükten, ahirette cehennemden kurtarma, henüz fırsat
elde iken onu doğru yola iletme görevidir. Bu görev o günlerde bir
insana -bu insan bir peygamber de olsa- yüklenebilecek son derece ağır
ve zor bir görevdi. Çünkü o günlerin insanlığı öylesine sapık, öylesine
günahkar, öylesine inatçı, öylesine söz dinlemez, öylesine azgın,
öylesine gözü kara, öylesine kaypak ve öylesine gerçekten uzaklaşmış
idi ki, onu gerçeğin sesini dinlemeye çağırmak dünyadaki
yükümlülüklerin en ağırı, en sıkıntılısı niteliğinde idi.
Evet, "Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed, kalk da uyar."
Peygamberlik misyonunun en belirgin görevi olarak "uyarmak" farkında
olmadan sapıklık akıntısına kapılıp giden gafillere "kendilerini
bekleyen yakın bir tehlikeyi haber vermektir. Bu uygulama, yüce
Allah'ın kullarına yönelik rahmetinin açık bir göstergesidir. Sebebine
gelince kullar yoldan sapmakla yüce Allah'ın görkemli egemenliğinde bir
eksilme meydana getiremeyecekleri gibi doğru yola girmekle de O'nun
sınırsız mülküne herhangi bir katkıda bulunamazlar. Buna rağmen yüce
Allah'ın onları ahiretin acıklı azabından, dünyanın mahvedici
kötülüklerinden kurtarmak için gösterdiği yoğun ilgi, Peygamberleri
aracılığı ile onları af dilemeye çağırması ve onları keremi ile
affederek cennetine koyması O'nun engin merhametinin gereğinden başka
birşey değildir.
Şimdi de Peygamberimizin kendine dönülerek başkalarını uyarma görevinin
arkasından Rabbinin büyüklüğünü dile getirmeye çağrılıyor:
"Rabbinin büyüklüğünü dile getir."
Sadece Rabbini büyük bil. Yüceltmeye lâyık olan tek büyük O'dur. Bu
direktif ilahlığa ve tek Allah'lığa ilişkin "iman" dayanaklı düşüncenin
anlamının önemli bir yanını belirler.
Herkes, herşey, her değer ve her gerçek küçüktür. Büyük olan sadece
Allah'tır. Tek ve eşsiz olan Allah'ın büyüklüğünü ve yüceliği
karşısında bütün kütleler, bütün hacimler, bütün güçler, bütün
değerler, bütün olaylar, bütün gelişmeler, bütün anlamlar, bütün
şekiller küçülür, sönük ve belirsiz kalır.
Peygamberimizin insanlığı uyarma görevini omuzlarken, bu görevin
sıkıntılarını, baskılarını ve zorluklarını bu bilinçle, bu düşünce ile
göğüslemeye yönlendiriliyor. Çünkü kendisini uyarma görevine atayan
Rabbinin tek "büyük" olduğu gerçeğine bağlanınca bütün komplolar, bütün
kaba güçler, bütün engeller gözünde küçülecektir. islama çağırma
görevinin sıkıntıları ve zorlukları bu düşünceyi, bu bilinci sürekli
biçimde taze tutmayı gerektirecek kadar ağırdır.
Daha sonra Peygamberimize "temizlenme" direktifi veriliyor:
"Elbiselerini temizle."
"Elbise temizliği" arap dilinde Dolaylı olarak kalp, ahlâk ve davranış
temizliği anlamını taşır. Amaç elbiselerin örtülüğü öz kişiliğin, bu
kişiliği oluşturan tüm özelliklerin ve niteliklerin temizliğidir.
Temizlik, peygamberliğin doğasının en ayrılmaz sıfatı olduğu gibi
yüceler alemi ile ilişki kurabilmenin de vazgeçilmez şartıdır. Bunların
yanısıra uyarmanın ve duyurmanın şartları ile başedebilmek için,
çeşitli akımlar, çeşitli arzular, çeşitli kanallar ve dehlizler
arasında çağrı görevini yürütebilmek için de temizlik gereklidir. Dava
adamı görevini yaparken kendisini çeşitli kirlerle, pisliklerle,
tortularla ve lekelerle sarılmış, kuşatılmış bulacaktır. Bu olumsuz
şartlar ortasında kirlenmeden kirlileri kurtarabilmek için, lekeliler
ile ilişki kurarken lekelenmemek, üzerine çamur sıçratmamak için her
bakımdan tam anlamda temiz olmaya ihtiyacı vardır. Bu direktif
peygamberliğin, çağrı işlevinin, çeşitli ortamlarda, çeşitli
toplumlarda, çeşitli şartlarda ve kalplerde bu görevi yürütmenin
şartlarına yönelik ince ve derin anlamlı bir vurgulamadır.
Daha sonra Peygamberimize Allah'a ortak koşmaktan ve azaba çarpılmayı gerektiren davranışlardan uzak durması telkin ediliyor.
"Çirkin davranışlardan uzak dur."
Peygamberimiz, peygamber olmadan önce bile müşriklikten ve azaba
çarpılmayı gerektirecek iğrençliklerden uzak durmuştu. Sağlıklı fıtratı
bu tür bir sapıklığı, böylesine lekeli bir inanca kapılmayı, bu çeşit
ahlâk bozukluklarını ve kirli gelenekleri reddetmişti. Onun hiçbir
cahiliye uygulamasına katıldığı görülmemiştir. Buna rağmen kendisine
niçin bu direktif veriliyor? Amaç barış ve uzlaşma kabul etmez bir
farklılığı, bir saf ayrımını açık açık duyurmaktır. Çünkü islam yolu
ile müşriklik akımı, hiçbir noktada buluşmayan iki ayrı yoldur. Bunun
yanısıra bu direktifle sözkonusu iğrençliğin kirinden uzak durma
yönünde duyarlı bir bilinç oluşturma amacı da güdülmüştür. Ayetin
orjinalinde geçen "rics" sözcüğü aslında "azab" anlamındayken zamanla
azaba uğramayı gerektiren davranışlar anlamını kazanmıştır.
Bir sonraki ayette Peygamberimize kendini hiçe sayılması, harcadığı
çabaları Başa kakmaması, büyütmemesi ve çok görmemesi direktifi
veriliyor.
"Yaptığın iyiliği çok görüp başa kakma."
Peygamberimiz yeni görevi sırasında çok özverilerde bulunacak, çok
şeyini feda edecek, hesaba gelmez emek, çaba ve enerji harcayacaktır.
Fakat Allah Ondan özverilerini çok görmemesini, büyütmemesini ve başa
kakmamasını istiyor. Fedakârlıklarının hesabını tutan insanlar bu
davayı yürütemezler. Bu dava bağlılarından o kadar çok fedakârlıklar
ister ki insan ancak yaptıklarını hemen unutursa bu istekleri
göğüsleyebilir. Hatta gerçek dava adamı bu yoldaki özverilerini hiç
aklına bile getirmemelidir. O kadar kendini Allah'a adamış olmalıdır
ki, bütün emeklerini ve gayretlerini yüce Allah'ın kendine yönelik
lütfu ve bağışı olarak algılamalıdır. Gerçekten bu yoldaki çabalar yüce
Allah'ın kullarına sunduğu bir ayrıcalıktır. Yüce Allah tarafından
seçilmiş olmanın ve bu yolda çalışma başarısına erdirilmenin
göstergesidir. Buna göre bu uğurda çalışma fırsatına kavuşmak yüce
Allah'a şükretmeyi gerektiren bir seçilme, bir ayıklanma, bir
onurlandırmadır; yoksa başa kakılacak ve gözde büyütülecek bir angarya
değildir.
Okuduğumuz ayetlerin sonuncusunda Peygamberimize Rabbi için sabretmesi direktifi veriliyor:
"Rabbin için sabret."
Sabır, bu dava ile ilgili her yükümlülük sırasında, ya da her direnme
gerektiren zorluk karşısında tekrarlanan bir direktiftir. Sabır bu
çetin savaşın, insanları Allah'a çağırma savaşının en vazgeçilmez azığı
ve cephanesidir. Bu savaş aynı anda iki ayrı cephede verilecektir.
Cephelerden birinde nefsin ihtiraslarına ve gönüllerin arzularına karşı
savaş verilirken öbür cephede ihtiraslarının şeytanları tarafından
güdülen, kişisel arzularının dürtüleri tarafından itilen davanın
düşmanları ile savaşılacaktır. Bu savaş sürekli, kesintisiz ve çetin
bir savaştır. Tek azığı, tek cephanesi. Yalnız Allah'ın rızasını
amaçlayan, O'nun vereceği ödülden başka hiçbir şeyde gözü olmayan
sabırdır.

SUR'A ÜFLENDİĞİ ZAMAN

Peygamberimize yönelik bu direktiflerin arkasından O'nun başkalarına
yönelteceği uyarılarla karşılaşıyoruz. Bu uyarılar Peygamberimizin
geleceğini haber verdiği "o çetin gün"ü zihinde canlandıracak bir dille
ifade ediliyor: Okuyalım:



8- O Sur â üflendiği zaman,


9- O gün çetin bir gündür.


10- Kafirler için hiç de kolay değildir.


Ayetin orjinalinde geçen "Nakr finnakur" ifadesi başka ayetlerde
yeralan "Sur'a üfleme" deyiminin verdiği anlamın aynısını taşır. Fakat
buradaki ifade daha güçlüdür, meydana gelen yüksek sesin frekans
şiddetini daha çarpıcı biçimde somutlaştırır. Bizleri sürekli çınlayân
bir ses kaynağı ile yüzyüze getirir. Çünkü "kulağı çınlatan ses" imajı,
"kulağın işittiği ses" imajından daha etkilidir. Bundan dolayı "o gün"
Kafirler için zorlu bir gündür. Bir sonraki ayette kolaylığın en zayıf
gölgesi bile dışlanarak "zorluk" imajı pekiştiriliyor.
"Kafirler için hiç de kolay değildir."
O gün kafirler için katıksız zorluktan ibarettir. Bu zorluğun arasına
kolaylığın kırıntısı bile karışmaz. Sözkonusu zorluğun ayrıntısına
girilmiyor. Tersine kavram belirsiz ve bilinmez bırakılıyor. Bu da
bunalım, sıkıntı ve ızdırap imajlarını güçlendiriyor. Aslında kafirler
Sur'a üflenmeden, o son derece çetin günle yüzyüze gelmeden önce
uyarılmaya ne kadar muhtaçtırlar!

NANKÖR KARAKTER

Bu genel tehdidin arkasından belirli bir inkarcı kişi ele Alınıyor.
Anlaşılan bu kişi inkarcılıkta ve islam çağrısı aleyhinde komplolar
düzenlemekte özel rol üstlenmiş bir elebaşıdır. Bu elebaşıya mahvedici,
toz edici tehdit darbeleri indiriliyor. Onun gülünç, alay konusu ve
iğrenç tablosu çiziliyor. Jestleri, mimikleri, yüz hatları, ruh
portresi kelimelere o kadar somut biçimde yansıtılıyor ki, adam canlı,
hareketli, çatık kaşlı ve asık suratlı kimliği ile karşımızda duruyor
gibi oluyoruz. Okuyalım:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri   Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 9:04 pm

11-12-Şu adamın işini bana bırak ki, kendisini yarattığımda yapayalnızdı.


13- Ona bol bol mal verdim.


13- Gözü önünden ayrılmayan evlatlar verdim.


14- Her işini yoluna koydum.


15- Böyleyken halâ daha çoğunu vermemi bekliyor.


16 Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla karşı çıkıyor.


17- Onu sarp bir yokuşa saracağım.


18- O düşündü ve değerlendirme yaptı.


19- Kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?


20- Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı?


21- Sonra baktı,


22- Sonra suratını astı ve kaşlarını çattı.


23- Sonra yüz çevirdi, büyüklük tasladı.


24- Ve dedi ki; "Bu Kur ân eskilerden aktarılan bir büyüdür.


25- O kesinlikle insan sözüdür."


26- Onu Sakar a atacağım.


27- "Sakar" nedir, biliyor musun?


28- Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz.


29- Bütün insanların dikkatlerini üzerinde yoğunlaştırır.


30- On dokuz tane görevlisi vardır.


Elimizdeki birçok rivayete göre bu ayetlerde kasdedilen kişi Velid b.
Muğire'dir. Nitekim ibn-i Cerir'in ibn-i Abdalâ, Muhammed b. Savra,
Muammer, Ubbade b. Mansur kanalı ile ikrime'ye dayanarak verdiği
bilgiye göre birgün Velid b. Muğire, Peygamberimize gelir. Rasulullah
ona Kur'an okur. Bunun üzerine O'na karşı düşmanlık duyguları yumuşar
gibi olur. Durum Ebu Cehillin kulağına gidince derhal Velid'in yanma
koşar. Ona "Amca, hemşehrilerin aralarında senin için mal toplamak
istiyorlar der. Velid in Niçin diye sorması üzerine ona şu karşılığı
verir: "Sana vermek için. Çünkü sen Muhammed e varmış. Ondan sus payı
sızdırmaya kalkışmışsın:' Ebu Cehil bu sözleri ile Velid'in bam teline
basıyor, onu en çok üstünlük tasladığı zenginliği konusunda tahrik
etmek istiyordu. Nitekim "Kureyşliler benim en zenginleri olduğumu
bilirler der.
Bunun üzerine Ebu Cehil kendisine "Öyleyse Muhammed hakkında öyle bir
söz söyle ki, hemşehrilerin onun sözlerini reddettiğini, ona karşı
sempati duymadığını anlasınlar" der. Velid bu isteğe şu karşılığı
verir: "Onun için ne diyeyim ki? VFizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Allahi
aranızda benim kadar şiirden anlayanınız, onun recezini, kasidesini,
cin kaynaklısını kısacası her türünü benim gibi iyi bileniniz yoktur. VFizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Allahi Muhammed'in okudukları bunların hiç birine benzemiyor. VFizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Allahi
O'nun okuduklarındâ ayrı bir tat, ayrı bir çekicilik vardır. O önüne
kattığını kırıp geçirir. O'nun okudukları üstündür, onların üzerine
çıkmak mümkün değildir:' Ebu Cehil, sözleri biten Velid'e "VFizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Allahi,
Muhammed hakkında bir söz söylemedikçe hemşehrilerini memnun edemezsin"
der. Bunun üzerine Velid "Öyleyse beni bırak da O'nun için ne
söyleyeceğimi düşüneyim" der. Bir süre düşündükten sonra "Muhammed'in
okudukları, başkalarından aktarılmış bir büyüdür" der. Bunun üzerine bu
surenin "Şu adamın işini bana bırak" ayeti ile başlayarak "On dokuz
tane görevlisi vardır" ayetinin sonuna kadar süren bölümü iner.
Başka bir rivayete göre Velid'in Peygamberimize karşı yumuşaması
üzerine ileri gelen Kureyşliler "Eğer Velid, dininden dönerse bütün
Kureyşliler dinlerinden dönerler" derler. Bunun üzerine bu işi bana
bırakın, hepiniz adına onu çözerim diyen Ebu Cehil, hemen Velid'in
yanına koşar. Velid uzun uzun düşündükten sonra Peygamberimizden
dinlediği Kur'an hakkında "O eskilerden aktarılmış bir büyüdür.
Görmüyor musunuz, karı ile kocayı, evlad ile babayı, köle ile efendiyi
birbirinden ayırıyor" der.
İşte rivayetlerin bize aktardıkları olay budur. Kur'an burada ona canlı
ve etkileyici bir anlatımla değiniyor. Söze şu bel kırıcı, korkunç
tehditle giriyor: "Şu adamın işini bana bırak."
Ayet, Peygamberimize sesleniyor. Anlamı şu: Şu adamı bana bırak. Ben
onu yaratırken yalnız başına idi. Şimdi gururlandığı bol servetin,
gözünden ayırmadığı evlatların, şımarmasına ve daha çoğunu istemesine
yol açan öbür dünya nimetlerin hiçbiri o zaman yanında yoktu. Onun
işini bana bırak. Hileleri ve tuzakları ile kafanı yorma. Onunla
doğrudan doğruya ben savaşacağım.
Bu ayeti okurken insanın tüyleri diken diken oluyor. Yüce Allah'ın
ezici, kahredici gücünün harekete geçtiğini düşününce yüreklerde
zelzele kopuyor. Çünkü bu ezici güç şu zavallı, miskin, güçsüz ve
minnacık yaratığı tepelemek için harekete geçiyor. Ayet bu zelzeleyi bu
zelzeleye tutulması sözkonusu olmayan okuyucunun ve dinleyicinin
kalbinde kopardığına göre bu zelzeleye tutulan zavallının hâlini varın
siz düşünün!
Ayetler bu zavallı yaratığın durumunu uzun uzun anlatıyor. Onun gerçeğe
yüz çevirdiğini, Allah'ın ayetlerine inatla karşı çıktığını anlatmadan
önce yüce Allah tarafından kendisine bağışlanan nimetlere parmak
basıyor. Bu açıklamalara göre o yaratılırken yapayalnızdı, hiçbir şeyi
yoktu, çırılçıplaktı. Sonra yüce Allah kendisine bol servet verdi,
gözünün önünden ayırmaya kıyamadığı çok sayıda evladı oldu, o bu servet
içinde ve evlatlar ortasında güvenli ve mağrur bir hayat yaşıyordu.
Hayatı her yönden yolundaydı, her istediğini kolayca elde edebiliyordu.
Buna rağmen;
"Halâ daha çoğunu vermemi bekliyor."
Gözü bir türlü doymuyor, şükretmiyor, kendisine verilenlerle
yetinmiyor. Belki de surenin sonuna doğru okuyacağımız "Aslında
bunların her biri, kendisine okunmaya hazır kutsal sayfalar inmesini
istiyor" ayetinde sözü edilenlerden biridir de kendisine vahiy
indirilmesini, kutsal kitap verilmesini istiyor. Çünkü Peygamberimize
peygamberlik verildi diye O'nu kıskananlardan biri idi.
Adam bu aşırı ihtirası yüzünden sert bir dille azarlanıyor, paylanıyor.
Çünkü ne bir iyilik ne bir ibadet ne bir şükür yapmış ki, sahip
olduğundan fazlasını istemeye yüzü olsun. Okuyalım:
"Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla karşı çıkıyor."
Ayetin orjinalinde geçen "kellâ" sözcüğü bir paylama, azarlama
edatıdır. O gerçeği gösteren kanıtlara ve imana erdiren gerçeklere
inatla karşı çıkmış, islam çağrısının önüne dikilmiş, Peygamber'e savaş
açmış, kendini ve başlarını hak yoldan alıkoymuş, Kur'an ve islam
hakkında asılsız iddialar ortaya atmıştır.
Bu paylamayı kolaylığı zorluğa, rahatı sıkıntıya dönüştüren bir tehdit izliyor. Okuyoruz:
"Onu sarp bir yokuşa saracağım."
Burada hareket hâlinde sıkıntıyı donduran, somutlaştıran bir ifade ile
karşı karşıyayız. Sebebine gelince yokuş çıkmak en sıkıntılı, en yorucu
yolculuk türüdür. Bir de yokuş çıkmanın irade dışı bir itme ile
yapıldığını düşünürsek çekilen sıkıntının ve duyulan yorgunluğun ne
kadar artacağını kolayca kestirebiliriz. Bu ifade aynı zamanda somut
bir gerçeği dile getirir. Çünkü düz, kolay ve iç açıcı iman yolundan
ayrılan kimse sarp, sıkıntılı ve nefes kesici bir patikaya düşmüş olur;
sürekli endişe, bunalım, gerilim ve baskı altında yaşar, sanki göğe
tırmanıyor gibi nefesi tıkanır; susuz ve azıksız çıkılan bir yolculukta
ıssız ve tehlikeli izlerde taban teper, üstelik yolunun sonunda
varacağı bir amaç, kazanacağı bir huzur da göremez.
Sonra şu gülünçlük örneği eşsiz tablo canlandırılıyor. Bir de bakıyoruz
ki, bu zavallı yaratık zihnini yoruyor, sinirlerini geriyor, alnını
kırıştırıyor, yüz hatlarım ve mimiklerini oynatıyor. Bütün bunları
Kur'an'da bir kusur bulmak, onu karalayacak bir söz hazırlamak için
yapıyor. Okuyoruz:
"O düşündü ve değerlendirme yaptı. Kahrolası, nasıl bir değerlendirme
yaptı? Bir daha kahrolası, nasıl bir değerlendirme yaptı? Sonra baktı.
Sonra suratını astı, kaşlarını çattı. Sonra yüz çevirdi, büyüklük
tasladı. Ve dedi ki; `Bu Kur'an eskilerden aktarılmış bir büyüdür. O
kesinlikle insan sözüdür."
Ardarda sıralanan jest ve mimik görüntüleri. Birbirini izleyen beyin
dalgaları ve sıra sıra hareketler seriliyor gözlerimizin önüne, Sanki
anlam sunan sözcükler karşısında değil de resim çizen bir fırça
karşısında, daha doğrusu kare kare görüntü sunan hareketli bir film
şeridi karşısındayız.
Karelerin birinde adam düşünüyor, kafa yoruyor. Bunun yanısıra hüküm
ifade eden bir beddua ile karşılaşıyor; "Kahrolası" diye. Ayrıca "Nasıl
bir değerlendirme yaptı?" denilerek davranışı yadırganıyor, alay
bombardımanına tutuluyor. Sonra vurgulama, mesajı pekiştirme amacı ile
bu beddua ve yadırgama tekrarlanıyor; "Bir daha kahrolası, nasıl bir
değerlendirme yaptı?"
Başka bir karede adam yapmacık, zorlamalı, alaya aldıran, komiklik çağrısını yapan bir ciddiyetle şöyle şöyle bakıyor.
Bir diğer karede gülünç bir biçimde düşüncesini bir noktada yoğunlaştırmak amacı ile kaşlarını çatıyor, suratını asıyor.
Bütün bu komik çabalar, bütün bu maskaralıklar onu sağlıklı bir
düşünceye erdiremiyor. Tersine adam ışığa sırt çevirerek ve gerçek
karşısında büyüklük kompleksine yenik düşerek "Bu Kur'an eskilerden
aktarılmış bir büyüdür. O kesinlikle insan sözüdür."
Ayetler bu canlı görüntüleri, resim fırçasının tuvale istediği
manzaralardan daha kalıcı ve hareketli bir filim şeridinin gözler önüne
serdiğinden daha estetik bir biçimde insan hayaline işliyor. Bu ayetler
canlandırdıkları komik tipi sonsuza kadar hafızalarda kalacak bir
gülünçlük örneği olarak somutlaştırıyor, kuşaklar boyunca ibret örneği
olarak seyredilsin diye kahkaha ile güldüren portresini varlığın alnına
kazıyor.
Sözkonusu komik yaratığa ilişkin bu canlı ve somut görüntüleri yine ona yönelik müthiş bir tehdit izliyor. Okuyalım:
"Onu Sakar'a atacağım."
Sonra "Sakar"ın bilinmezliği vurgulanarak bu tehdidin korkunçluğu arttırılıyor. Okuyalım:
"Sakar nedir, biliyor musun?"
O anlaşılmaz ve kavranmaz derecede müthiş ve korkunç bir şeydir! Sonra
onun bazı nitelikleri sayılarak uyandırdığı dehşet ve korku imajı
güçlendiriliyor. Okuyoruz:
"Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz."
O herşeyi silip süpürür, her şeyi yutuverir, herşeyi yok eder, önünde
hiçbir şey duramaz, ardında hiçbir şey komaz, ondan hiçbir şey paçayı
kurtaramaz. Ayrıca o bütün insanların dikkatlerini üzerine çeker,
uzaktan belirgin bir şekilde görülür. Okuyalım:
"Bütün insanların dikkatlerini üzerinde yoğunlaştırır."
Bu ayet, "Meariç" suresinde geçen "Geri dönüp gidenleri kendine çağır"
ayetinin anlamına yakın bir anlam taşır." (Mearic 17).Yani herkesin
dikkatini çeker. Sanki korkunç görüntüsü ile kalplerde korku uyandırmak
ister gibidir.
Bu "sakar" cehenneminin "on dokuz" güvenlik görevlisi vardır. Bu "on
dokuz" rakamı sert ve acımasız meleklerin birey olarak sayısı mıdır,
yoksa bu meleklerin oluşturduğu safların sayısı mıdır, yoksa cehennem
güvenliği ile görevli meleklerin türleri ve kategorileri midir,
bilmiyoruz. Sadece şunu biliyoruz: Bu sayı, yüce Allah'ın verdiği bir
bilgidir ve onu neden verdiği aşağıda açıklanacaktır.
Müminler, yüce Allah'ın bu konuda verdiği bilgiyi, Rabblerine güvenen,
Rabbi karşısında gerekli edebi takınan kullara yaraşır bir teslimiyetle
karşıladılar. Yüce Allah'ın sözünü ve verdiği bilgiyi tartışma ve
demogoji konusu yapmadılar. Müşrikler ise bu sayısal bilgiyi, imandan
yana boş kalplerle, yüce Allah'a saygı duygusundan uzak bir küstahlıkla
karşıladılar. Bu durumlarda gereken ciddiyeti göstermediler. Tersine bu
açıklamayı alaya, maskaraya aldılar. Onu gırgır ve dalga geçme konusu
yaptılar. Bu küstahlığın sonucu olarak aralarından biri "Sizin her
onunuz bu cehennem görevlilerinden birinin hakkından gelemez mi?" dedi.
Bir diğeri "Ona gerek yok. Siz hep birlikte onlardan birinin hakkından
gelin, gerisinin tümünün hakkından ben tek başıma gelirim" dedi.
Kısacası onlar bu yüce açıklamayı, böylesine körelmiş, gerçeğe kapalı
ve bomboş ruhlarla karşıladılar.
Bunun üzerine az sonra okuyacağımız ayet indi. Bu ayette yüce Allah'ın
bu sayısal bilgiyi niçin verdiği, gaybın sırlarının bu bölümüne niçin
ışık tuttuğunu açıklıyor. Gayp alemine ilişkin bilgi yüce Allah'a
havale ediliyor; "Sakar"dan ve oranın güvenlik görevlilerinden ne
amaçla sözedildiği açıklanıyor. Okuyoruz:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri   Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 9:04 pm

31-
Biz cehennem görevlilerini meleklerden seçtik, sayılarını da kafirler
için sınav konusu yaptık ki kitap verilenler bunun hak olduğunu
anlasınlar, mü'minlerinde imanı pekişsin.Mü'minler Şüphe
etmesin.Kalplerinde hastalık olanlar ve kafirler:''Allah bununla ne
demek istedi desinler.İşte böyle,Allah dilediğini saptırır,dilediğinide
hidayete eriştirir.Rabbinin ordularının sayısını ancak kendisi bilir.Bu
insan için bir öğüttür.


Böylece kendilerine kutsal kitap verilenlerin buna inanmalarını ve
müminlerin imanlarının pekişmesini istedik, kendilerine kutsal kitap
verilenler ile müminlerin kuşkudan arınmalarını diledik. Bu arada
kalplerinde hastalık olanlar ile kafirlerin `Allah bu örneği ne amaçla
veriyor?" demelerine zemin hazırladık. İşte Allah böylece dilediklerini
saptırır ve dilediklerini doğru yola erdirir. Rabbinin ordularını
sadece kendisi bilir. Bu insanlara yönelik bir hatırlatma, bir öğüttür.
Ayet, müşrikler tarafından tartışma ve demogoji konusu yapılan
sözkonusu on dokuz cehennem görevlisinin kökenini anlatarak söze
giriyor. Okuyalım:
"Biz cehennem görevlilerini meleklerden seçtik."
Demek ki, bu cehennem görevlileri o yapısal özelliklerini ve güçlerini
sadece yüce Allah'ın bildiği yaratıklardandırlar. Yüce Allah başka bir
ayette onları bize tanıtırken "Onlar Allah'ın verdiği emirlere karşı
gelmezler, aldıkları emirleri aynen yerine getirirler" buyuruyor."
(Tahrim 6) Başka bir deyimle onların Allah'ın emirlerine itaatkâr
olduklarını ve aldıkları emirleri yerine getirecek güçte olduklarını
belirtiyor. Buna göre onlar kendilerine verilen görevleri yerine
getirmelerine imkan verecek güçle donatılmışlardır. O halde madem ki,
"Sakar"ın güvenlik görevlileri olarak atandılar, daha önce yüce Allah
tarafından bu görevin gerektirdiği güçle donatılmışlar demektir. Hiç
kuşkusuz bu görevin gerektirdiği gücün ne olduğunu yüce Allah biliyor.
Bu durumda şu zavallı insancıkların onları kaba güçle safdışı
bırakmaları, görev yapamaz duruma getirmeleri sözkonusu bile değildir.
O insancıkları bu melekleri tepeleyecekleri yolundaki sözleri, sadece
yüce Allah'ın yaratıcılığına ve planlayıcılığına ilişkin koyu
cahilliklerini gösterir. Devam ediyoruz:
"Onların sayılarını kafirler için sınav konusu yaptık."
Bu sayısal bilgi onların kalplerinde tartışma arzusu uyandırır. Onlar
nerede teslim olacaklarını, nerede tartışacaklarını ayır edemezler. Bu
konu, tamamın Allah'ın tekelinde olan bir gayp konusudur. insanoğlunun
bu konuda az ya da çok hiçbir bilgisi yoktur. Yüce Allah'ın bu konuda
verdiği bilgi bu alandaki gerçeğin tek kaynağıdır. insanın bu konudaki
tutumu şu olmalıdır: Allah'ın verdiği bilgiyi almalı, bu konuda verilen
bilginin verildiği kadarı ile en hayırlı sonuç olduğuna güvenmelidir,
bu konuda tartışmanın yersizliğini kavramalıdır. Çünkü insan ancak daha
önceki bilgisi ile çelişen, bağdaşmayan yeni bir bilgiyi tartışma
konusu yapabilir. Bu sayının neden on dokuz olduğu -ki bu on dokuzun
anlamı ne olursa olsun- konusu ise varlık aleminde şu gördüğümüz ahengi
kuran ve her şeyi belirli bir plana göre yaratan yüce Allah'ın bildiği
bir konudur. Bu sayı, benzeri sayılar gibidir. Tartışma hastası olan
kimse karşısına çıkan diğer sayıları da tartışma konusu yapabilir, aynı
itirazcı eğilime kapılarak öbür anlaşılmaz konulara da itiraz edebilir.
Meselâ niçin gökler yedidir? Niçin kaplumbağalar binlerce yıl
yaşayabiliyorlar? Niçin insan yavrusu ana karnında dokuz ay kalıyor?
Niçin insan kuru balçıktan ve cinler dumansız alevden yaratıldı? Niçin,
niçin, niçin? Bu soruların tek cevabı vardır: Çünkü yaratma eyleminin
tek yetkilisi olan yüce Allah diler ve dilediğini yapar. Bu tür
tartışmalarda söylenecek son ve kestirme söz budur. Devam ediyoruz:
"Böylece kendilerine kutsal kitap verilenlerin buna inanmalarını ve
müminlerin imanlarının pekişmesini istedik, kendilerine kitap
verilenler ile müminlerin kuşkudan arınmalarını diledik."
"Sakar" bekçilerinin sayısına ilişkin bu bilgi bu gruplardan birinin ön
bilgisini kesinleştirecek, öbürünün de imanını pekiştirecektir. Çünkü
kendilerine daha önce kutsal kitap verilmiş olanların bu konuda mutlaka
bir önbilgileri vardı. Şimdi bu bilgiyi Kur'an'dan işittiklerinde bu
kutsal kitabın eski ön bilgilerini doğruladığını görürler. Müminlere
gelince Rabblerinin her sözü onların imanlarını pekiştirir. Çünkü
onların kalpleri açık ve Allah'a bağlıdır. Bu yüzden bütün gerçekleri
dolaysız biçimde algılamaya elverişlidirler. Yüce Allah katından bu
kalplere gelen her gerçek onların Allah'a yakınlığını arttırır. Onların
kalpleri yüce Allah'ın bu sayının ardındaki hikmetin ve yaratma
eylemine ilişkin duyarlı planın bilencine varmakta gecikmez. Böylece bu
kalplerin imanı daha da artar. Bu gerçek hem kendilerine kitap
verilenlerin ve hem de müminlerin kalplerine yer eder de artık onlar
Allah katından gelen hiçbir bilgiyi kuşku ile karşılamazlar. Devam
ediyoruz:
"Bu arada kalplerinde hastalık olanlar ile kafirlerin `Allah bu örneği ne amaçlı veriyor?' demelerine zemin hazırladık."
Böylece aynı gerçek birbirinden farklı kalplerde iki değişik etki
meydana getiriyor. Kendilerine daha önce kutsal kitap verilenler ön
bilgilerini kesinleştirir ve müminler imanlarını pekiştirirken kafirler
ile hasta kalplı münafıklar şaşkınlığa düşerek "Allah bu örneği ne
amaçla veriyor?" diye soruyorlar. Bu ikinci kategoridekiler ne bu
yabancısı oldukları konunun hikmetini kavrıyorlar, ne yüce Allah'ın her
yaratma eyleminin gerisinde mutlaka bir hikmet olduğunu peşin olarak
kabul ediyorlar, ne bu bilginin doğru olduğuna güveniyorlar ve ne de bu
gayp sırrının açıklanmasında, gayp aleminden alınarak bilinenler
dünyasına aktarılmasında hayır olduğuna inanıyorlar. Devam ediyoruz:
"İşte Allah böylece dilediklerini saptırır ve dilediklerini doğru yola erdirir."
Bu şekilde, yani gerçekleri gündeme getirerek, ayetleri sunarak. Farklı
kalpler bu gerçekleri ve ayetleri farklı biçimde algılıyor. Allah'ın
dileği uyarınca bir grup bu gerçekler aracılığı ile doğru yola ererken
başka bir grup saptırıyor. Herşey sonunda yüce Allah'ın özgür ve
kayıtsız iradesine varıp dayanıyor. Şu insanoğulları hem doğru yola hem
de sapıklığa açık iki yönlü bir yetenekle yaratılmışlar, sınırsız
"güç"ün elinden çıkmışlardır. Doğru yolda yürüyen de sapıtan da onları
bu iki yönlü yetenekle donatarak yaratmış olan yüce Allah'ın dileğinin
sınırları içinde hareket ediyor. Yüce Allah özgür dileğinin sınırları
içinde ve gizli hikmeti uyarınca onlara şu ya da bu yönde hareket etme
olanağı tanımıştır.
Yüce Allah'ın dileğinin özgür olduğuna ve varlık aleminde meydana gelen
her gelişmenin sonunda varıp bu dileğe dayandığına ilişkin düşünce
geniş ufuklu, eksiksiz bir düşüncedir. Bu düşünce akılları,
determinizim (gerekircilik) ve özgür irade konusundaki dar kafalı
tartışmalardan uzak tutar. Bu tartışma hiçbir sağlıklı ve tutarlı
sonuca varamaz. Çünkü ele aldığı konuya dar bir açıdan bakmakta, yüce
Allah'ın sınırsız yetki alanına giren bir problemi, sınırlı insan
aklının, insan deneyimlerinin ve insan düşüncelerinin dar kalıplarına
sıkıştırarak çözmeye kalkışmaktadır.
Yüce Allah bize doğru yolu ve sapıklığı gösterdi. Tarafımızdan
izlendiğinde bizi doğru yola, başarıya ve mutluluğa erdirecek olan
yöntemi belirlediği gibi hangi yöntemlere saptığımız takdirde yoldan
çıkacağımızı, mutsuz ve başarısız olacağımızı da açıkladı. Bunun
ötesinde başka bir bilmekle bizi yükümlü tutmadı, bunun ötesinde bir
şey bilme gücünü bize vermedi. Ayrıca bize "Benim iradem sınırsız ve
dileğim geçerlidir" dedi. Öyleyse bize düşen şudur: Gücümüz oranında bu
sınırsız iradenin ve bu geçerli dileğin ne olduğunu düşünmeli, doğruya
erdirici yöntemi tutmalı, saptırıcı yöntemlerden uzak durmalı ve bize
özünü kavrama yeteneği verilmemiş olan gizli gayb sırları etrafında
kısır tartışmalara dalmamayız. İşte kelam bilginlerinin "kader"
konusunda harcadıkları çabalara baktığımızda, bu tartışmaların alanı
dışına kaydırılmış, yararsız, anlamsız ve boşa gitmiş çabalar olduğunu
görürüz.
Bizler, bizim için bir gayb sırrı olan Allah'ın dileğini bilemeyiz.
Fakat neleri yaparsak bize bağışından pay vereceğini, vaadettiği
keremini hakketmek için bizden ne istediğini biliyoruz. Öyleyse
gücümüzü yükümlülüklerimizi yerine getirme yolunda harcamalı, dileğinin
bize ilişkin sırlarım O'na bırakmalıyız. Nasıl olsa O'nun dileği
gerçekleşecektir. Biz bu dileğin ne olduğunu gerçekleşince
öğrenebileceğiz, onu daha önce bilemeyiz. Bu dileğin arkasında O'nun
bir hikmeti olacaktır ki, onu da herşeyi sınırsız bilgisi ile kuşatan
yüce Allah'tan başka hiç kimse bilemez. İşte müminin düşünme yolu ve
akıl yürütme yöntemi budur. Devam ediyoruz:
"Rabbinin ordularını sadece kendisi bilir."
Bu orduların mahiyeti, görevleri ve güçleri birer gayb sırrıdır. Yüce
Allah bu konularda dilediği oranda açıklama yapar. O'nun açıklamaları
bu konuda söylenebilecek son sözdür. Bu kesin sözden sonra hiç kimse
tartışma açmaya, demogojiye girişmeye, yüce Allah'ın açıklamadığı
sırları bilmeye kalkışmaya yetkili değildir. Bu sırları öğrenmenin yolu
da yoktur. Devam ediyoruz:
"Bu insanlara yönelik bir hatırlatmadır."
Bu "hatırlatma" ya Rabbinin orduları ya "sakar" cehennemi ya da bu
cehennemin güvenlik görevlileridir ki, bu görevliler de aslında
Allah'ın ordusunun bir kesimini oluştururlar. Bunlara uyarma ve dikkat
çekme amacı ile değiniliyor, yoksa tartışma ve demogoji konusu
yapılsınlar diye değil. Bu tür hatırlatmalardan mümin kalpler ders
alır, sapık kalpler ise bunları tartışma ve demogoji konusu yaparlar.
Gayb aleminin sırlarından biri olan bu gerçeğin açıklanmasından, doğru
yola erdirici ve sapıklığa sürükleyici yöntemlerin tanıtılmasından
sonra ahiret, "sakar" cehennemi "Allah'ın orduları" gerçekleri ile şu
alemde görülen, fakat insanların umursamaz bakışlarla yanlarında geçip
gittikleri evrensel olgular arasında bağ kuruluyor. Bu olgular yaratıcı
gücün bir planı, bir ön projesi olduğunu haykırır; bunun yanısıra aynı
olgular, bize bu planın ve ön projenin arkasında bir amacın, bir
hedefin, bir hesaplaşmanın, bir ödül ve ceza dağıtma işleminin olduğu
mesajını verir. Okuyalım:



32- Hayır, hayır! Andolsun aya,


33- Gerileyen gece karanlığına,


34- Söken şafağa.


35- Sakar (cehennem) büyük gerçeklerden biridir.


36- İnsanlar için uyarıcıdır.

Ay, gerileyip dağılan gece ve söken şafak görüntüleri özleri itibarı
ile duygulandırıcı sahnelerdir. insan kalbine çok şeyler söylerler,
onun derinliklerine birçok sırlar fısıldarlar, kuytu köşelerindeki
birçok duyguları harekete geçirirler. Bu ayetler bu kısa işaretle
beslendikleri kalplerdeki bu duygu ve sır yuvalarını okşamakta,
kalplerin giriş-çıkış kanallarını iyi bilmenin ustalığı ile bu yuvaları
sıvazlamaktadırlar.
Ayın doğuşunu, yayılışını ve batışını seyredip onun fısıldadığı varlık
sırların hiç pay almayan kalp, az bulunur. Birkaç dakika ay ışığında
duran bir kalp, ışık banyosundan geçmiş gibi yıkanıp arınıverir.
Yine bir kalp düşünelim ki, gecenin çekiliş görüntüsünü seyretmiştir.
Doğan günün ışıkları önünde sessizce gerileyen karanlığı, varlıkların
gözlerini açıp uykudan uyanmalarını izlemiştir
Bu sahneden etkilenmeyecek, derinliklerinde uçarı heyecanlar depreşmeyecek kalp az bulunur.
Yine şafağın sökmesini, tanyerinin ağarmasını seyreden bir kalp
düşünelim. böyle bir kalpde ışıma, açılma, bilinç düzeyinde hal
değiştirme titreşimlerinin meydana gelmemesi pek düşünülemez.
Bu titreşimler, gözlere çarpan gün ışınlarının yanısıra kalplere,
gönüllere dolan ışınları algılamaya son derece elverişli bir duyarlık
kazandırır.
Kalplerin yaratıcısı olan yüce Allah bu sahnelerin, çarpıcı nitelikleri
ile kimi olaylarda kalplerde acayip etkiler meydana getirdiklerini,
onlara yeniden yaratılmışlar gibi keskin bir duyarlılık
kazandırdıklarını herkesten iyi bilir.
Ayda, dağılan gece karanlığında ve söken şafakta beliren bu uyanışlar,
ışınalar ve yer değiştirme süreçlerinin arka planında müthiş gerçekler
saklıdır. Bu ;gerçekler yaratıcı gücün, hikmetli planın ve evrensel
uyumun varlığını kanıtlar. İşte Kur'an mantı klan ve akılları bu
gerçekler aracılığı ile hayalleri şaşkına çeviren bu eşsiz duyarlılığa
yöneltir.
Yüce Allah bu büyük evrensel gerçekler üzerine yemin ediyor. Bu yeminin
amacı bu büyük gerçeklerin önemlendiren, onların kanıtlayıcı
değerlerinden haber yaşayan gafilleri uyarmak, önlerinde duran
gerçeklerin farkına vardırmak-tır. Bu yeminin ikinci aşamadaki amacı da
"sakar" cehenneminin, bu cehennem görevlilerinin, ahiretteki diğer
gelişmelerin, insanı arka plandaki tehlikeler konusunda uyaran müthiş
gerçekler olduklarını vurgulamaktır. Okuyoruz:
"Sakar (cehennem) büyük gerçeklerden biridir. İnsanlar için uyarıcıdır."
Gerek yeminin kendisi, gerek içeriği ve gerekse bu şekilde üzerine
yemin edilen gerçekler, bütün bunlar insan kalbine sert darbeler
indiren ağır dokunuşlardır. Bu vuruşlar bir yandan kıyamet borusunun
yüksek frekanslı çınlayışları ve bu çınlamaların bilinçte meydana
getirdiği dalgalanmalarla, öbür yandan surenin başındaki "Ey örtüye
bürünerek saklanan Muhammed!" çağrısının melodisi ile öte yandan da
"Kalk da uyar" komutunun gürlemesi ile ahenkli bir bütün
oluşturmaktadırlar. Zaten surenin havasına çınlamalar, darbeler ve iç
dalgalanmaların titreşimleri egemendir.
Bu son derece önemli ve çarpıcı mesajların ışığı altında herkesin
kendinden ve kendine karşı sorumlu olduğu açıklanıyor, insanlar
yollarını ve geleceklerini seçmek üzere serbest bırakılıyor; insanın öz
tercihi ile yapacağı işlerden sorguya çekileceği, davranışlarının ve
suçlarının tutsağı olduğu bildiriliyor. Okuyoruz:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri   Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 9:05 pm

37- Aranızdaki ilerlemek isteyenler için de, geriye gitmeyi tercih edenler için de.


38- Herkes tutumunun ve davranışlarının tutsağıdır.


Her öz sorumluluğunu ve yükünü kendi omuzlarında taşır. Kendini nereye
koymak isterse oraya koyar. Özünü ya ilerletir, ya geriye götürür. Ya
onurlandırır ya alçaltır. Herkes davranışlarının tutsağı, yaptığı
işlerin bağımlısıdır. Yüce Allah göre göre izleyeceği yolu tanıtmıştır.
Duygulandırıcı evrensel tablolar ve herşeyi yutup yokeden "sakar"
cehennemi tabloları karşısında yapılan bu duyuru son derece etkili ve
akılları başlara toplayıcıdır.
Yaptıkları işlerin tutsağı ve davranışlarının bağımlısı olan insan
sahneleri önünde çalışma defteri sağ taraftan verilecek olanların
bağlardan çözük olacakları, kösteklerden arınmış bir özgürlüğün tadını
yaşayacakları ilan ediliyor. Onlar bu rahatlık içinde günahkârlara
niçin bu kötü sonla yüzyüze geldiklerini sorma hakkına bile salıp
olacaklardır. Okuyoruz:

39- Yalnız defterleri sağ yanlarından verilenler hariç.


40- Onlar cennetlerde ağırlanırlar. Sorarlar.


41- Günahkârlara:


42- "Sakar'a (cehenneme) girmenizin sebebi nedir?" diye.


43- Cehennemlikler derler ki; "Biz namaz kılanlardan değildik.


44- Yoksulların karnını doyurmazdık.


45 Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık.


46- Hesap verme gücünü inkar ederdik.


47- Sonunda bi de ölüm gelip çattı."


Çalışma defterleri sağ yanlarından verilenlerin her türlü
bağımlılıktan, tutsaklıktan, bağdan ve köstekten uzak olmaları onların
iyiliklerini bereketlendirip kat kat arttıran yüce Allah'ın lütfunun
sonucudur. Bu umutlu sonucun burada açıklanması ve dikkatlere sunulması
her türlü kalbi etkileyecek bir nitelik taşır. Bu açıklama ilk başta
yüce Allah'ın ayetlerini yalanlayan, şimdi ise kendilerini yüz
kızartıcı bir pozisyonda gören ve uzun uzun itiraflarla içlerini döken
günahkarların kalplerini etkiler. Oysa dünyada önem vermedikleri, adam
yerine koymadıkları müminler şimdi üstün ve onurlu bir konumdadırlar ve
üstün konumlarının rahatlığı içinde kendilerine "Sakar'a (cehenneme)
sürüklenmenizin sebebi nedir?" diye sorarlar.
Öte yandan bu açıklama dünya da günahkârlardan çok çeken müminlerin
kalplerini de etkiler. Şimdi ise kendileri onurlu bir konumda iken
kendini beğenmiş düşmanları o onur kırıcı duruma düşmüşlerdir. Sahne o
kadar canlıdır ki, her iki gurubun kalbinde de şu anda varmış ve her
iki taraf orada yerini almış izlenimini uyandırıyor. Sahnenin bu
çarpıcı canlılığı dünya hayatının defterini bütün dekoru ile birlikte
dürmekte, bu hayatı noktalanmış ve geçip gitmiş bir geçmişe
dönüştürmektedir.
Günahkârların uzun ve ayrıntılı itirafları kendilerini "sakar"
cehennemine sürükleyen çok sayıda günahı içeriyor. Onlar müminler
karşısında başları eğik ve aşağılanmış bir pozisyonda bu suçlarını
kendi dilleri ile itiraf ediyorlar. Okuyalım:
"Biz namaz kılanlardan değildik."
Burada "namaz kılmak" tümü ile "iman etme"yi anlatan dolaylı bir
ifadedir. Bu ifade biçimi, bu inanç sisteminde namazın taşıdığı önemi
vurgulamakta, onu imanın göstergesi ve sembolü olarak tanıtmaktadır.
Buna göre namazı inkar etmek kafirliğin delili olmakta, sahibini
müminlerin safının dışına çıkarmaktadır. Devam ediyoruz:
"Yoksulların karnını doyurmazdık."
Bu günah, imansızlığın peşinden geliyor. Çünkü iman etmek yüce Allah'ın
doğrudan kendisine yönelik bir ibadetken, yoksulların karnını doyurmak
yine Allah'a yönelik, fakat uygulama alanı kullar olan bir ibadettir.
Yoksulların karnını doyurma ibadetinin Kur'an'da sık sık vurgulanması,
Kur'an'ın karşılaştığı toplumda yardımlaşma duygusunun zayıf olduğunu,
o acımasız ortamda yoksulların gözetilmediğini kanıtlar. Gerçi o
toplumun insanları iş öğünmeye, hava atmaya sıra gelince el açıklığı
ile, cömertlikle bol bol övünürlerdi. Fakat sıra fakirlere yardım eli
uzatmaya, gösterişsiz ve içtenlikli merhamete gelince yan çizerlerdi.
Devam ediyoruz:
"Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık."
Bu tutum inancı hafife almayı, imana karşı saygısızlığı, onu oyun ve
eğlence yerine koymayı, umursamaz ve önemsemez bir boşboğazlıkla onun
hakkında ulu-orta gevezelik etmeyi simgeler. Oysa iman ve inanç konusu
insan hayatındaki en önemli ve en ciddi konudur. insan gönlünde ve
bilincinde hayattaki diğer her konudan önce bu konuya yer vermelidir.
Çünkü insanın düşüncesi, bilinci, duygu sistemi, değerleri ve ölçüleri
bu temele dayanır. insan hayat yolunda ilerlerken gereken ışığı bu
temel kaynaktan alacaktır. Öyleyse nasıl bu konuda ciddi bir görüş
edinmez, nasıl olur da bu konuyu ciddiye almaz da kendisi gibi
lafazanlara uyarak o konuda ileri-geri konuşmalar yapar, kendisi gibi
ciddiyetsizlerle birlikte olarak bu konuyu eğlenceye alır. Devam
ediyoruz:
"Hesap verme gününü inkar ederdik."
İşte belaların ana kaynağı, merkezi burasıdır. Çünkü insan ahiret
gününü, hesaplaşma gününü inkar edince elindeki bütün ölçüler bozulur,
kafasındaki bütün değerler alt-üst olur, hayatı şu kısacık dünya ömrü
ile sınırlandırdığı için zihnindeki hayat alanı daralır, her şeyin
sonucunu şu kısacık hayat alanındaki gerçekleşmelerle karşılaştırır, bu
sonuçlar ruhunu tatmin etmez, son ve önemli değerlendirme olgusunu hiç
hesaba almaz. Bundan dolayı ahirete ve orada karşılaşacağı sona ilişkin
bozuk değerlendirmesinden önce tüm ölçüleri, elindeki tüm dünya işleri
bozulur. Böylece en kötü sonla yüzyüze gelir.
Günahkârlar "biz İşte böyle idik, namaz kılmazdık, yoksulların karnını
doyurmazdık, sorumsuz gevezelere uyarak bu inanç sistemi hakkında
ileri-geri konuşurduk, hesaplaşma gününü inkar ederdik" diyorlar. Ne
zamana kadar?
"Sonunda bize ölüm gelip çattı."
Bütün kuşkuları dağıtan, bütün şüphelere son veren, işi kestirip atan
ölüm. O kesin akıbetten sonra artık ne pişman olmaya, ne tevbe etmeye
ve ne iyi davranışlar yapmaya zaman ve fırsat kalmaz.
Bu kötü ve alçaltıcı durum sunulduktan sonra günahkârların
akıbetlerinin değişebileceğine ilişkin bütün. umutlar kırılıyor.
Okuyoruz:



48- Artık onlara şefaat edebilecek olanların aracılığı yarar sağlamaz.

Artık iş bitmiş, son söz gerçekleşmiş, suçlarını kendi ağızları ile
itiraf eden günahkârlara yaraşan kesin "son" belirmiştir. Artık bu
günahkarlara aracılık edecek biri bulunamaz. Bulunduğunu varsaysak bile
hiçbir şefaatçinin aracılığı onlara yarar sağlamaz.
Müşrikler ahiretteki bu onur kırıcı ve umut kırıcı tablonun önünden
dünyaya, bu acıklı tablo ile karşılaşmalarını önleyecek fırsatların
tablosuna döndürülüyorlar. Fakat ne görüyoruz? Onlar bu fırsatlara sırt
çeviriyorlar, onlardan yararlanmaya yanaşmıyorlar. Önlerine çıkan
kurtuluş imkanlarından, hidayetten ve hayırdan bucak bucak kaçıyorlar.
Ayetlerde onların bu gülünç tablosu çiziliyor, alaya ve şaşkınlığa
yolaçan garip tutumları gözler önüne seriliyor.

49- O halde onlar niye hatırlatmalara, öğütlere yüz çeviriyorlar?


50- Yaban eşekleri gibidirler.


51- Arslandan korkup kaçan.


Burada arslanın kükremesini işitince korku içinde her yana kaçan yaban
eşeklerinin tablosu ile yüzyüze geliyoruz. Bu tabloyu araplar iyi
tanır. Tablo sert hareketli bir görüntüyü canlandırıyor. Bunun yanısıra
tablonun orijinalindeki ya ban eşekleri yerine korkudan paniğe kapılıp
kaçan insanlar konduğunda komiklik oranı daha da yükselir. Bir de
düşünelim ki, bu adamlar korkuya kapıldıkları için, tehdit altında
oldukları için kaçmıyorlar. Kendilerini insan olmaktan çıkararak yaban
eşeklerine dönüştüren bu kaçışlarının sebebi bir uyarıcının kendilerine
Rabblerini ve geleceklerini hatırlatmasıdır, böylece o onur kırıcı ve
komik durumdan uzak kalmalarına, o zorlu ve acıklı akıbetten paçayı
kurtarmalarına fırsat hazırlanmasıdır. İşte adamlar bu kurtuluş
fırsatının önünden bucak bucak kaçıyorlar. Ne kadar tuhaf değil mi?
Yaratıcı sanatkârın fırçası bu tabloyu çiziyor, onu varlığın göğsüne
işliyor. Vicdanlar bu tabloyu seyredince onun içinde olmak
istemiyorlar, böyle bir duruma düşmekten utanıyorlar. Buna karşılık o
Allah'ın uyarılarına sırt çeviren kaçaklar utançlarından saklanacak
delik ararlar, bu canlı ve sert tasvirin dehşeti karşısında yüz
çevirmiş olmanın ve korkup kaçmanın zilleti altında ezilirler.
Onların dış görünüşleri "Arslandan korkup kaçan yaban eşekleri"
görüntüsüdür. Fakat Kur'an onların yakasını bırakmayarak iç yapılarının
ana çizgilerini de çiziyor, gönüllerinde kaynaşan kötü duygularım da
gün yüzüne çıkarmayı ihmal etmiyor.

52- Aslında bunların her biri, kendisine okunmaya hazır kutsa! sayfalar inmesini istiyor.

Bu adamlar Peygamberimizi kıskanıyorlar. Yüce Allah'ın O'nu seçmiş
olmasını, kendisine vahiy indirmiş olmasını hazmedemiyorlar. Hepsi bu
mertebeye erenin kendisi olmasını, kendisine insanlara sunulmaya ve
okunmaya hazır bir kitap indirilmiş olmasını karşı konulmaz bir arzu
ile istiyor. Bilindiği gibi ileri gelen Kureyşliler, vahyin kendilerini
atlayarak Peygamberimize inmiş olmasını yadırgamışlar ve bu duygularını
"Şu Kur'an, iki şehir halkından olan büyük bir adama inseydi ya"
diyerek açığa vurmaktan çekinmemişlerdi. Okuduğumuz ayet, bu
kıskançlığa, bu hazımsızlığa parmak basıyor olmalıdır.
Oysa yüce Allah peygamberliğe kimi uygun gördüğünü sınırsız bilgisi ile
belirlememiş ve bu göreve o yüce, onurlu ve saygın insanı seçmiştir.
İşte müşriklerin içlerini yakan ve bu ayetin açığa vurduğu kin ateşinin
sebebi budur. O düşmanlığın ve gerçeğin sesinden bucak bucak kaçışın
bahanesi budur.
Bir sonraki ayette müşriklerin iç dünyalarının tanıtımına devam
ediliyor, yüz çevirmelerinin ve inkarcılıklarının bu kıskançlık ve
çekememezlik dışındaki bir başka sebebine değiniliyor. Bu sebep
içlerindeki ihtiras ateşini anlamsız yere körüklüyor. Çünkü onlar yüce
Allah'ın vahyine ve ayrıcalığına muhatap olmak için en ufak bir
yeterliğe, en ufak bir yeteneğe sahip değildirler. Onları dayanaksız
bir ihtirasın pençesine düşüren sebep şudur:



53- Hayır, hayır! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.

Bu zavallılar, ahiretten korkmadıkları için kendilerine yapılan
hatırlatmaları umursamıyorlar, gerçeğe yönelik çağrıdan bucak bucak
kaçıyorlar. Eğer kalpleri, ahiret gerçeğinin bilincinde olsaydı,
tutumları farklı olur, kendilerini rehavete sürükleyen tereddütlerinden
arınırlardı.
Adamlar bir kere daha paylanıyorlar ve bu azarlama ile birlikte onlara
son söz söyleniyor. Bu sözün arkasından seçtikleri yolla ve gelecekle
başbaşa bırakılıyorlar. Okuyoruz:

54- Hayır, hayır! Bu Kur'an bir öğüt, bir hatırlatmadır.


55- İsteyen ondan ders alır.


Peygambere karşı için için kin besledikleri ve ahireti umursamadıkları
için dinlemek istemedikleri ve çağrısından yaban eşekleri gibi
kaçtıkları bu Kur'an uyarısı bir hatırlatma, bir öğüttür. isteyen
bundan dersini alsın. Ders almak istemeyene gelince kendini
bilir,durumu ve geleceği kendini ilgilendirir. isterse cenneti ve
onurluluğu seçer, dilerse "sakar" cehennemini ve onursuz geleceği
tercih eder.
Adamların diledikleri yolu seçebilecekleri belirtildikten hemen sonra
yüce Allah'ın dileğinin sınırsızlığı ve her şeyin eninde sonunda bu
dileğe bağlı olduğu vurgulanıyor. Kur'an, yüce Allah'ın dileğine
ilişkin iman içerikli düşünceyi ne zaman doğru yere oturtmak isterse bu
dileğin sınırsızlığını, geniş kapsamlılığını, bütün olayların ve
gelişmelerin arkasında birinci derecede rol oynayan baş faktör olarak
yer aldığını özenle hatırlatır. Okuyoruz:

56- Fakat Allah dilemedikçe onlar bundan ders alamazlar. O kendisinden korku duyulmaya ve affetmeye lâyıktır.

Şu evrende meydana gelen bütün olaylar ve gelişmeler bu büyük dileğe
bağlıdır. Bu dilek kendi doğrultusunda, kendi alanı içinde
engellenmeksizin yolunu izler. Yüce Allah'ın hiçbir yaratığı O'nun
dileği ile çelişecek bir şey dileyemez. O'nun dileği tüm evrenin
kaderine egemendir. Evreni yoktan var eden, onun kanunlarını ve
geleneklerini koyan O'dur. Evren, canlı-cansız bütün varlıkları ile her
türlü çerçeveden, her türlü sınırdan ve her türlü bağdan arınmış olan
bu yüce dileğin çizdiği çerçeve içinde varlıklarını ve gelişmelerini
sürdürürler.
Öğütlerden ders almak, yüce Allah'ın lütfettiği bir başarıdır; o bu
başarıyı ancak onu hakkeden iyi niyetli kullarına nasip eder. "Kalpler,
yüce Allah'ın parmakları arasındadır", onları dilediği tarafa çevirir.
Eğer kulunun iyi niyetli olduğunu belirlerse kendisini ibadet etmeye,
iyi işler yapmaya yöneltir.
Kul, yüce Allah'ın kendisine yönelik dileğinin ne yönde olduğunu
bilemez. Bu bilgisi kullara kapalı bir "gayb" sırrıdır. Fakat herkes,
Allah'ın kendisinden ne istediğini bilir. Bu konu kullara
açıklanmıştır. Eğer kul, iyi niyetle yükümlülüklerine sarılırsa yüce
Allah onun yardımına koşarak, onu özgür dileği uyarınca iyiliğe
yöneltir.
Kur'an'ın Müslümanın zihnine işlemek istediği şey, Allah'ın dileğinin
özgürlüğü ve bütün kulların dileklerini kapsamına aldığıdır. Amaç kulun
bu dileğe içtenlikle yönelmesi, ona kayıtsız şartsız teslim olmasıdır.
Bu islamın her kalbe yerleştirmek istediği bir gerçektir. Bu gerçekten
yoksun olan kalplerde islamın da yeri olmaz. Eğer bu gerçek bir kalbe
yerleşirse onu özel ve köklü bir değişime uğratır, orada hayatın bütün
olayları için başvuru merkezi oluşturan kendine özgü bir düşünce
meydana getirir. Yüce Allah'ın gerek cennete ve cehenneme, gerekse
hidayete ve sapıklığa ilişkin her vaadinden, her tehdidinden
sözedildikten sonra hemen Allah'ın dileğinin özgür kapsamlı olduğunun
vurgulanmasındaki asıl amaç budur.
Yüce Allah'ın dilediğinin sonsuz olduğu gerçeğini çarpıtarak onu
determinizm (gerekçilik) ve volantarizm (iradecilik) tartışmalarına
malzeme yapmaya gelince bu tutum genel bir kavramı, mutlak bir gerçeği
kesip biçerek kapalı ve dar bir kalıba sokmaktır ki bundan gönül açıcı
bir sonuca varılamaz. Çünkü bu genel kavaramı dar ve sıkışık bir kalıba
yerleştirme girişiminin Kur'an'ın hiçbir ayetinde yeri yoktur. Evet;
"Allah dilemedikçe onlar bundan ders alamazlar."
Yani kulların diledikleri, yüce Allah'ın dilediği ile çatışamaz. Onlar
yüce Allah'ın iradesi olmaksızın herhangi bir yönde hareket edemezler.
Onlara yönelme ve hareket gücünü verecek olan O'dur. Evet;
"Allah kendinden korku duyulmaya layıktır."
Kulları O'ndan korkmalıdırlar. Bu onlardan istenen ve beklenen bir reaksiyondur. Bunun yanısıra;
"Allah affetmeye layıktır."
O dileği uyarınca kullarının günahlarını bağışlar. Allah korkusu,
bağışlanmaya kapı açar. Yüce Allah bunların her ikisine layık ve
yatkındır.
Sure, bu kalp ürpertici "tesbih"le noktalanıyor. insan ruhu bu tesbih
cümleciklerinin verdikleri cesaretle yüce Allah'ın cömert dergahına
umutla yöneliyor. Yüce Allah'tan hatırlatmalardan öğüt alma kendinden
korkmaya yöneltme başarısı ile karşılıksız bağış bekliyor. Çünkü o
"Kendinden korku duyulmaya ve affetmeye layıktır."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
 
Fizilalil Kuran Müddessir Suresi Tefsiri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Fizilalil Kuran Mülk Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran Talak Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran Tahrim Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran İnfitar Suresi Tefsiri
» Fizilalil Kuran Tekvir Suresi Tefsiri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ravza Gülüm :: Rehberimiz Kur'ani Kerim :: Tefsir-
Buraya geçin: