Ravza Gülüm
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Zehra
Admin
Zehra


Mesaj Sayısı : 724
Kayıt tarihi : 31/10/09
Yaş : 33
Nerden : Almanya

İMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Empty
MesajKonu: İMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup   İMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup I_icon_minitimeSalı Kas. 03, 2009 9:39 pm

ONBİRİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb yine yüksek mürşidine yazılmışdır. Ba’zı keşfleri ve
kusûrlarını görmek makâmının hâsıl olduğu ve Şeyh Ebû Sa’îd-i
Ebül-Hayrın sözünün açıklanması bildirilmekdedir:

Kölelerinizin en aşağısı olan Ahmed, yüksek katınıza sunar. Önceleri
kendimi içinde gördüğüm makâmı, yüksek emrinize uyarak bir dahâ
düşündüm. Üç halîfenin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim” bu makâmdan
geçdikleri görüldü. Fekat orası makâmım olmadığı ve çok kalmadığım
için, birinci çıkışımda onları görmemişdim. Bunlar gibi, Ehl-i beytin
oniki imâmından İmâm-ı Hasen ve Hüseyn ve Zeynel’âbidînden başkaları da
“radıyİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allahü teâlâ anhüm” bu makâmda yerleşmemişdi. Fekat buradan geçmişlerdi. Çok inceleyerek anlaşıldı.

Önce kendimi bu makâma uygun görmemişdim. Uygun olmamak iki dürlüdür.
Birincisi, yollardan hiçbir yol bulunamamasıdır. Bunun için,
uygunsuzluk olur. Bir yol gösterilince, bu uygunsuzluk aradan kalkar.
İkincisi, tam uygunsuzlukdur ki, aradan hiç kalkmaz. O makâma
kavuşduran yol iki dânedir, bir üçüncüsü yokdur. Ya’nî bir üçüncü yol
görünmüyor. Birinci yol, kendini kusûrlu ve aşağı görmekdir ve iyi
niyyetlerini de beğenmemekdir. Kuvvetle çekildiği hâlde kendini
kabâhatli bilmekdir. İkinci yol, çekile çekile sülûkünü temâmlayan ve
tâlibleri de çekip ulaşdırabilen bir mürşidin sohbetine kavuşmakdır.
Allahü teâlâ, yüksek kapınızda saçılan imkânlarınızın yardımı ile
yaradılışdaki isti’dâd kadar birinci yoldan ihsân eyledi. Yapdığım
iyiliklerden hiçbirini beğenmiyorum. O işin ayblarını, kusûrlarını
bulmadıkça, râhat edemiyorum. Sağ omuzumdaki meleklerin yazacağı iyi
bir iş yapdığımı bilmiyorum. Bu meleklerin elindeki sahîfelerin bomboş
olduğunu, meleklerin birşey yazmadığını anlıyorum. Böyle bir kimseyi
Allahü teâlâ beğenir mi?

Dünyâda bulunan her insan, hattâ frenk kâfirlerini ve sapıklarını,
zındıkları, her bakımdan kendimden dahâ iyi görüyorum. Bunların en
kötüsü olarak kendimi görüyorum.

Her ne kadar cezbe ile (Seyr-i ilİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allah)
temâm oldu ise de, birkaç parçası kalmışdı. Bunlar da, (Seyr-i fillâh)
makâmının ortasında hâsıl olan fenâda temâm oldular. Bu fenâdaki
hâlleri bundan önce uzun uzun yazarak yüksek kapınıza sunmuşdum. Hâce-i
Ahrâr hazretlerinin (Bu işin sonu fenâya kavuşmakdır.) sözündeki fenâ,
tecellî-i zâtdan ve seyr-i fillâhdan sonra hâsıl olan fenâ olmalıdır.
(Fenâ-i irâdet) de bu fenânın dallarından biridir. Fârisî beyt
tercemesi:

Bir kimsede hâsıl olmazsa fenâ,
Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

Bu makâma bağlılığı olmayanların da iki dürlü oldukları göründü:

Birincileri bu makâmı istiyorlar ve ona kavuşduran yolu arıyorlar.
İkincileri bu makâmı istemiyorlar ve hiç aramıyorlar. Yüksek
teveccühlerinizin, o makâma kavuşduran iki yoldan ikincisi ile olduğu
dahâ çok görülüyor ve bu yola dahâ uygun oluyor. Yüksek kapınızdan
aldığım emre uyarak, bir kaç şeyi bildirmek saygısızlığında bulundum.
Yoksa, fârisî mısra’ tercemesi:

Ben o Ahmedim ki, eskisi gibiyim, eskisi gibiyim!

İkinci olarak sunulur ki, o makâmı ikinci olarak incelediğimde, birbiri
üstünde, bir çok başka makâmlar da göründü. Yalvararak, kırılarak
uğraşdıkdan sonra, önceki makâmın üstündeki makâma kavuşuldu. Bu
makâmın hazret-i Osmân-ı Zinnûreynin makâmı olduğu, diğer halîfelerin
de buradan geçdikleri anlaşıldı. Bu makâm da, tâlibleri yetişdirmek ve
irşâd etmek makâmıdır. Şimdi, bunun üstünde de iki makâm bildirilecek
ki, bunlar da tekmîl ve irşâd makâmıdır. Bunlardan biri, önceki makâmın
üstünde görüldü. Bu makâma çıkınca, hazret-i Ömer-ül-Fârûkun makâmı
olduğu anlaşıldı. Öteki üç halîfe de, bu makâmdan geçmişlerdir. Bu
makâmın üstünde hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın makâmı göründü “radıyİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allahü anhüm ecma’în”. Bu makâma da çıkıldı. Büyüklerimizden Hâce Nakşibend “kaddesİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allahü
sirrehül akdes” hazretleri her makâmda yanımda geliyordu. Öteki üç
halîfe de, bu makâmdan geçmişlerdi. Aramızdaki ayrılık şu idi ki, biz
bu makâmlardan geçiyorduk. Onlar ise bu makâmların sâhibleri idi. Biz,
yolcu olarak geçip gidiyorduk, onlar bu yüksek makâmlarında
kalıyorlardı. Bu makâmın üstünde, yalnız bir makâm vardı. Başka hiç bir
makâm görünmüyordu. Bu bir makâm, Peygamberlerin sonuncusu olan
Muhammed aleyhisselâmın “aleyhi minessalevâti etemmühâ ve
minettehıyyâti ekmelühâ” makâmı idi. Hazret-i Sıddîkın “radıyİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allahü
teâlâ anh” makâmı karşısında, çok yüksek, nûrdan bir makâm vardı. Bunun
gibi hiç bir makâm görülmemişdi, o makâmdan biraz dahâ yüksek idi.
Kanapenin yerden dahâ yüksek olması gibi idi. Bu makâmın, mahbûbiyyet
makâmı olduğu anlaşıldı. Bu makâm çok süslü ve işlemeli idi. Onun
süsleri, nakşları bana aks etdi. Kendimi de öyle süslü gördüm. Bundan
sonra, kendimi de latîf, maddesiz buldum. Hevâ gibi, yâhud bulut gibi,
her tarafa yayılmış olduğumu gördüm. Birkaç yeri, dahâ çok kapladım.
Hâce Nakşibend hazretlerini, hazret-i Sıddîkın “radıyİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allahü anhümâ” makâmında ve kendimi onun karşısındaki makâmda buldum. Bildirdiğim hâlde idim.

Bu çok tatlı işleri bırakmak istemiyorum. Fekat herkes, sapıklık,
taşkınlık denizinde girdâba yakalanarak boğulmakdadır. İnsanları bu
girdâbdan kurtaracak kadar güçlü olduğunu anlayan bir kimse, bunların
hâline nasıl seyirci kalabilir. Kendinin başka işi var ise de, bunları
kurtarmağa uğraşması lâzımdır ve dahâ iyidir. Fekat bu işi başarırken,
hâsıl olan kuruntular ve bozuk düşünceler için istigfâr etmek şartdır.
Bu iş, ancak bu şartla fâideli olur, beğenilir. Bu şart yerine
getirilmezse, hiç beğenilmez, aşağıya atılır. Fekat Hâce Nakşibend
hazretleri ve Hâce Alâüddîn-i Attâr hazretleri “kaddesİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allahü
teâlâ esrârehümâ” bu şartı düşünmeyerek beğenilmişlerdir. Bu aşağı
kölenizin bu şartı düşünmeksizin çalışması ise, ba’zan beğenilmekdedir,
ba’zan da atılmakdadır.

(Nefahât) kitâbında Şeyh Ebû Sa’îd-i Ebül-Hayrın sözleri arasında diyor
ki, (Ayn, ya’nî kendisi kalmadı, eseri ya’nî izi nasıl kalır. Müddessir
sûresinin yirmisekizinci âyetinde buyurulduğu gibi, geride birşey
kalmaz). Bu söz, ilk bakışda güç göründü. Çünki, Şeyh Muhyiddîn-i Arabî
hazretleri ve ona uyanlar diyorlar ki, birşeyin aynı ya’nî kendisi yok
olamaz. Çünki, Allahü teâlâ o şeyin varlığını bilmekdedir. Yok olursa,
Allahü teâlânın bilgisi bilgisizlik olur. Ayn yok olmayınca eseri
nereye gidecek. Bu sözleri zihnimde yerleşmişdi. Ebû Sa’îd
hazretlerinin sözü çözülemedi. Çok uğraşdım, Allahü teâlâ, bu sözün iç
yüzünü açığa çıkardı. Ayn da kalmaz, eser de kalmaz olduğu anlaşıldı.
Kendimi de böyle olmuş buldum. Hiç güçlük kalmadı. Bu ma’rifetin makâmı
da göründü, çok yüksek idi. Şeyh Muhyiddînin ve ona uyanların
söyledikleri makâmın üstünde idi. Bu iki ma’rifet birbirini bozmuyordu.
Çünki, biri bir makâmda, öteki ise başka makâmda anlaşılmışdı. Dahâ çok
açıklamak, sözü uzatacak ve usandıracakdır.

Şeyh Ebû Sa’îd hazretleri bu tecellînin devâmlı olduğunu bildirmişdi.
Bu tecellînin ne demek olduğu ve devâmlı olmasının nasıl olduğu da
gösterildi. Kendimde de bu hadîsi ya’nî tecellîyi aralıksız buldum. Bu
hadîsin dâimi olması çok az kimselere nasîb olur. [İmâm-ı Rabbânî
“kuddise sirruh” hazretlerinin (Hadîs) kelimesi ile anlatdıkları şey,
tecellî-i zâtî olduğu başka mektûblardan anlaşılmakdadır. Allahü
teâlânın zâtı, başkalarına çok aralıkla tecellî etdiği hâlde, kendisine
aralıksız tecellî etmekdedir.]

Kitâb okumak hiç tatlı gelmiyor. Yalnız büyüklerin yüksek makâmlardaki
hâllerinin bir yere yazılmasını, sonra bunları okumağı istiyorum. Eski
büyüklerin hâllerini okumak, her şeyden dahâ tatlı geliyor.
Ma’rifetlerin inceliklerini ve hele tevhîd-i vücûdî ve mertebelerin
tenezzüllerini bildiren yazıları okuyamıyorum. Bu hâlimi, Şeyh
Alâüddevle-i Semnânî hazretlerine çok uygun buluyorum. Bu bilgilerdeki
zevkim ve hâlim onunla birleşmekdedir. Fekat eski bilgilerim. bu
ma’rifetleri inkâr etmeme ve sert karşılamama mâni’ oluyor.

Ba’zı hastalıkların giderilmesi için birkaç kerre teveccüh olundu ve
te’sîri görüldü. Bunun gibi, birkaç ölünün mezârdaki hâlleri göründü.
Bunların da azâblardan, sıkıntılardan kurtulmaları için teveccüh
olundu. Fekat şimdi hiçbirşeye teveccüh etmeye gücüm kalmamışdır.
Hiçbirşey için kendimi toparlayamıyorum. Birkaç kimse bu fakîre sert
davrandılar ve acı söylediler. Bu fakîre bağlı olanlardan çoklarını,
boş yere incitdiler ve yerlerinden uzaklaşdırdılar. Bundan dolayı
gönlüme hiç bir toz konmadı, bir sıkıntı gelmedi, nerede kaldı onların
kötülüğü zihnimizden geçmiş ola.

Sevdiklerimizden birkaçı cezbe makâmında şühûd ve ma’rifet elde
etmişlerdi. Ve şimdiye kadar sülûk konaklarına ayak basmamışlardır.
Bunların hâllerinden az bir şey sunuyorum. Cezbeyi bitirdikden sonra,
Allahü teâlânın bunları sülûk ni’metine kavuşdurmakla şereflendirmesini
umuyorum. Şeyh Nûr, bulunduğu makâmda bağlı kalmakdadır. Cezbe
makâmındaki dahâ yukarı bir noktaya çıkamıyor. Üzücü hareketleri ve
hâlleri oluyor. Kabâhatini anlamıyor. Bunun için onun işi ilerlemiyor.
Bunun gibi, sevdiklerimizin çoğu, edebleri iyi gözetmedikleri için,
oldukları makâmlarda kalıyorlar. Şuna şaşılır ki, bu fakîr hiç birinin
yolda kalmasını dilemiyorum; hattâ hepsinin ilerlemesini istiyorum.
Fekat, elde olmıyarak işleri öylece duruyor. Hâlbuki bu yol çabuk
kavuşdurucudur. Mevlânâ Ma’hûd son noktaya indi. Cezbeyi sonuna
ulaşdırdı. O makâmın aracılığına kavuşdu ve kafasını bir bakımdan
nihâyete ulaşdırdı. Önce sıfatları, hattâ sıfatları durduran nûru
kendinden ayrı görmüşdü. Kendisini boş bir kalıp olarak bulmuşdu. Sonra
sıfatları zâtdan ayrılmış gördü. Bu görüşle, cezbe makâmından
ehadiyyete kavuşdu, şimdi herşeyi ve kendini yok sanmakdadır. İhâta ve
ma’iyyet görmemekdedir. Gizlilerin gizlisine öyle bağlanmışdır ki,
şaşkın ve câhil bir hâldedir. Seyyid Şâh Hüseyn de cezbe makâmının
sonuna yaklaşdı ve başı son noktaya ulaşdı. Bu da, Allahü teâlânın
sıfatlarını zâtından ayrı görmekdedir. Fekat bir olan bu zâtı her yerde
bulmakdadır. Bundan zevk almakdadır. Meyân Ca’fer de son noktaya
yaklaşdı. Çok sevinçlidir. Hareketli ve seslidir. Şâh Hüseyne
yaklaşmışdır. Diğer sevdiklerimizin hâlleri de başka başkadır. Meyân
Şeyh ve Şeyh Îsâ ve Şeyh Kemâl, cezbe makâmında yukarıki noktaya
çıkmışlardır. Şeyh Kemâl, inmeye de başlamışdır. Şeyh Nâkürî yukarıdaki
noktanın altına gelmişdir. Fekat dahâ gidecek çok yolu vardır. Buradaki
sevdiklerimizden, şimdiye kadar sekiz veyâ dokuz, hattâ on kişi,
yukarıdaki noktanın altına ulaşmışdır. Birkaçı noktaya gelmiş ve inmeye
başlamışlardır. Kimisi noktaya yakîn, kimisi uzakdır. Meyân Şeyh
Müzemmil kendini yok buluyor. Sıfatları asldan görüyor. Mutlak olan
varlığı her yerde buluyor. Hattâ hiçbirini görmüyor. Mevlânâ Ma’hûda,
tâlibleri yetişdirmek için izn vermenin iyi olacağı görünüyor. Fekat,
cezbeye uygun icâzet olacakdır. Her ne kadar, onun da istifâde edeceği
birkaç şey kalmış ise de, gitmek için acele etdi, durmadı. Yüksek
kapınıza kavuşmak için yola çıkdı. Ona yarıyacak bir vazîfeyi kendisine
buyurursunuz. Bu aşağı köleniz bildiğini yazdı. Emr sizindir. Hâce
Ziyâeddîn Muhammed bir kaç gün burada kaldı. Biraz huzûr ve cem’ıyyet
edindi. Fekat, sonunda, geçim sıkıntısından kendini toparlıyamadı,
askere gitdi. Mevlânâ Şîr Muhammedin oğlu da yüksek kapınıza doğru yola
çıkdı. Biraz huzûr ve cem’ıyyet edinmişdir. Ba’zı engeller dolayısı ile
o kadar ilerliyemedi. Dahâ çok yazmak saygısızlık olacakdır. Fârisî
mısra’ tercemesi:

Köle, kendi haddini bilmelidir!

Mektûbu yazdıkdan sonra bir hâl kapladı, yazmakla anlatılacak gibi
değildir. Bu hâlde iken (Fenâ-i irâde) hâsıl oldu. Dahâ önce de, bir
şeye istek kalmamışdı. Fekat, istek büsbütün yok olmamışdı. O hâlimi
yüksek kapınıza sunmuşdum. Şimdi, irâde de kökünden kazındı. Şimdi ne
istenilen birşey var, ne de istek var. Bu fenânın şekli de gösterildi.
Bu makâma uygun olan birçok bilgiler de verildi. Bu bilgiler çok ince
ve karışık olduklarından yazılması güç oluyor. Bunun için, bunlar
üzerinde kalem yürütemedim. Bu fenânın hâsıl olduğu ve ilmlerin
verildiği zemân vahdetden ileride yepyeni şeyler göründü. Vahdetin
ötesinde birşey görülemiyeceği, hattâ hiçbir bağlılık bulunmadığı belli
ise de, bulunanı yazmağı emr buyurmuşdunuz. Birşeyi iyi anlamadıkça
yazmağa cesâret edemiyorum. Bu makâmın şekli, vahdetin ötesinde öyle
göründü ki, Egre şehri Delhi şehrinin ötesinde bulunduğu gibi. Bu
görüşün doğruluğunda hiç şübhe kalmadı. Her ne kadar, gözümde ne vahdet
var, ne vahdetden ötesi var ve ne de hakîkat olarak veyâ hakkı onun
ötesinde bileceğim bir makâm var. Hayret ve cehâlet tamdır. Bu
görüşlerle, hiçbir değişikliğe uğramamışdır. Ne yazacağımı bilemiyorum.
Hep birbirine uymayan şeyler, hiçbiri anlatılamıyor. Fekat, hepsinin
varlığında şübhem yokdur. Estagfirullah ve etûbü ilellah min cemî’i mâ
kerihİMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup Allah,
kavlen ve fi’len ve hâtıran ve nâzıran. [Ya’nî, Allahü teâlâdan
magfiret dilerim ve Allahü teâlânın beğenmediği sözden, işden,
düşünceden ve görüşden Allahü teâlâya tevbe ederim.]

Şimdi anlaşıldı ki, bundan önce sıfatların fenâsı ya’nî, sıfatları
unutmak, sıfatların birbirlerinden ayrılmamalarına sebeb olan şeyler de
fenâ idi. Bu şeyler, vahdetde bulunmakda idiler. Bunlar yok olmuşlardı.
Şimdi, sıfatların kendileri de, vahdetde bulunarak olsa bile, yok oldu.
Ehadiyyet kahramânı, varlıkda hiçbir şey bırakmadı. İlm-i ilâhîde,
sıfatların topluca veyâ birer birer olan ayrılıkları da kalmadı. Yalnız
hâric göründü. (Allahü teâlâ var idi. Ondan başka hiçbir şey yok idi.)
Şimdi de böyledir. Bundan önce, bu hadîs-i şerîfi yalnız biliyordum.
Fekat, bu hâlde değildim. Bu hâlimin doğruluğunda veyâ yanlışlığında bu
fakîri uyandıracağınızı ümmîd ederim.

Mevlânâ Kâsım Alînin tekmîl makâmına erişdiği görülüyor. Oradaki
sevdiklerimizden birkaçının da, bu makâma ulaşdıkları anlaşılıyor.
Herşeyin doğrusunu ancak Allahü teâlâ bilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.Ravzadesign.de
 
İMÂM-I RABBÂNÎ 11.Mektup
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İMÂM-I RABBÂNÎ 6.Mektup
» İMÂM-I RABBÂNÎ 7.Mektup
» İMÂM-I RABBÂNÎ 8.Mektup
» İMÂM-I RABBÂNÎ 9.Mektup
» İMÂM-I RABBÂNÎ 10.Mektup

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Ravza Gülüm :: İslam-i Konular :: Mektûbât-
Buraya geçin: